Bölüm 5: Köy Yolunda

Day 2,006, 06:44 Published in Turkey Spain by onurd34

Minibüse bindik, gidiyoruz köye doğru. Minibüsümüz de şu Transit’ler var ya, ondan. En arkaya geçtim, camdan dışarısını seyrediyorum. İlçeden çıkmadan aileme haber vermiştim, köye gidiyorum diye. O yüzden kafam pek onlarda değil, daha çok nereye gittiğimde… Minibüs asfaltın üzerinden hızla giderken, güneş de batmaya başlıyor aynı hızda… Etrafa bakıyorum; tek tük evler, göz alabildiğine yükselen dağlar…

Yanımdakiler bazen benimle de konuşuyor, genelde benimle pek ilgili değiller. Kahvehanede biraz muhabbet ettiğim bir adam vardı, hocam sessizleştiniz dedi. Etrafa baktığımı söyledim, ilk kez geçtiğim için dikkatimi dışarıya vermiştim. Hoş içeriye versem de fark etmeyecek, çünkü konuştuklarını anlamıyordum. Türkçe konuşulmayan bir minibüs ve bir anda herkese yabancı kalan bir öğretmen… İçim buruktu, yanımda konuşulanların tek kelimesini anlamıyordum. Acaba hakkımda neler konuşuluyordu? Arada bir muallim kelimesi geçiyordu, hah diyordum yine benden konuşuyorlar. İnsanın kendisi hakkında konuşulduğunu bilip, bu konuşmaların tek kelimesini anlayamaması çok acı bir şeymiş; yol boyunca onu anladım…

Yarım saatlik yolculuk sonunda bir mola verdik. Şehirlerarası otobüste gibiydim, “Mola bile veriyorsak nereye gidiyoruz biz böyle?” dedim… Yarım saat kadar daha oyalandık, artık pek bir şey görülmüyordu dışarıda… Asfalt yoldan da ayrılmıştık, köy yollarında gidiyorduk artık. Aras Nehri’ni gördüm, tam yanındaydık. Tabelalarda Nahcivan filan yazmaya başladı, tabelalarda o rengi Yunanistan yazarken filan görmeye alışkındım ben Edirne’de… Şimdi ülkenin diğer ucunda görüyordum aynı renkteki yazıları. Aras Nehri’nin kıyısındayken birden yükselmeye başladık. Öyle bir yokuş çıkıyorduk ki, 10-15 dakika sonra Aras’ı hâlâ görebiliyordum ama oldukça yukarıdan.

Yukarı çıkınca, etraf tekrar aydınlandı biraz. Güneş’in henüz ışıklarını çekmediği yerlere kadar yükseldik. Ardından Aras’ı da kaybettik gözden, Güneş’i de… Artık yokuş tırmanma işi de bitmişti, düz bir yolda gidiyorduk. Aslen Karadenizli biri olarak, köy denilince aklıma ağaçlar, bitmek bilmeyen ormanlar, yeşillikler gelir. Fakat geçtiğimiz yollarda bir tane bile ağaç yoktu. Son ağaçları Aras’ın kıyısında bırakmıştık. Dışarısı karanlık, içerisi daha karanlıktı. Kahkahalar, konuşmalar sürüyordu minibüsün içinde. Tek kelimesini bile anlamıyordum ama ben. O an; nerede olduğumu bir kez daha düşündüm. Nereye gidiyordum, orada ne bekliyordu beni. Öğretmenlerinin geleceğinden haberleri var mıydı acaba? Ya da bir öğretmen bekliyorlar mıydı, seviyorlar mıydı öğretmeni?

Ben asker öğretmenlik isterken ailem hep karşı çıkmıştı. Duyuyorduk çünkü; bayrak çektirilmeyen, İstiklâl Marşı okutulmayan köyleri. Ailemin en büyük korkusu, gideceğim yerin böyle bir yer olmasıydı. Çünkü bana öyle bir teklif, daha doğrusu tehdit geldiğinde; kesinlikle kabul etmeyeceğimi biliyorlardı. Kuzenim, evimde son geceyi geçirirken; bir süre katlan, ne olursa olsun demişti. Ama derken bile inanmıyordu, söylediğini yapacağıma… Gittiğim yer acaba öyle bir köy müydü?

Bilinmeyene doğru ilerlerken, üniversitede hocaların Doğu’da bir köye düşerseniz, tarzdaki konuşmaları geliyordu sürekli aklıma. İstanbul’a, evimin 10 dakika uzağına atandığım için, iki yıldır hiç düşünmemiştim o söylenenleri. Ama şimdi onlarla yüzleşme vaktiydi…

Yazılarımı okur; V-S hatta shout yaparsanız memnun olurum...
(15 dakika kadar önce, evlerin yanındaki asfalttaydık)