Rasulullah ÇANAKKALE'DE....
malazgirt01
RASULULLAH ÇANAKKALE'DE
Resûlullah Çanakkale'deki asker evlâtlarının yardımına gitmişti
Tarihler 1928 yılını göstermektedir. Osmanlının son devir âlimlerinden, ilmi ile amil Alasonyalı Cemal Öğüt Hocaefendi hacca gider. Cumhuriyet yeni kurulmuş, hızlı bir değişim yaşanıyor, Çanakkale savaşının üzerinden de on yılı aşkın bir zaman geçmiştir.
Cemal Öğüt Hocaefendi Mekke'deki vazifesinin tamamladıktan sonra Medine'ye gider. Medine'de her zamankinden fazla kalır. Bu esnada Osmanlı coğrafyasının değişik bölgelerinden gelen hacılarla istişarelerde bulunur. Osmanlı devleti yıkılmıştır, Osmanlı'dan geri kalan toprakların büyük çoğunluğu ya işgal altındadır ya da sömürge durumuna düşmüştür.
Cemal Öğüt Hocaefendi vaktinin çoğunluğunu Mescid–i Nebevî'de geçirir. Bu arada Efendimizin türbesindeki görevlilerle yakınlık hâsıl olur. Hiçbir dünyalık beklemeden, sadece Resûlullah'a sevgi ve muhabbetinden dolayı türbeye hizmet eden bu güzel insan da Cemal Öğüt Hocaefendiye yakınlık duyar ve güzel bir dostluk kurulmuş olur.
Cemal Öğüt Hocaefendi türbedarla yaptığı sohbetlerde bir şey dikkatini çeker. Türbedar Osmanlı devletine son derece bağlıdır, hatta o kadar ki Osmanlı adı geçtiği yerde muhakkak bir hürmet ifadesi belirtisi gösteriyordu. Bu nuranî ihtiyarın Osmanlı'ya bu derece bağlı ve hürmetli olması Cemal Öğüt Hocaefendinin merakımı celbeder, bir gün sorar:
"Sizde Osmanlı'ya karşı derin bir sevgi ve muhabbet görüyorum, bunun özel bir sebebi var mı?" Nurani ihtiyar derin bir düşünceye daldı, kısa süre sonra başını kaldırdı ve şöyle dedi:
"Allah ve Resûl'ünün muhabbeti, Osmanlı'yı sevmemi gerektirir." Cemal Öğüt Hocaefendi bu açıklamadan pek bir şey anlamaz. Anlamadığı da zaten yüz hatlarından anlaşılmıştır. Türbedar pek fazla bilgi vermek niyetinde değildir, ancak Cemal Öğüt Hocaefendi bir şeylerin olduğunu anlar ve ısrar eder. Nur yüzlü ihtiyar anlatmaya devam eder:
"Osmanlı'yı sevmem için şu anlatacağım hâdise yeter de artar bile."
1915 senesinde Medine'de başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatır.
1915 yılının hac mevsimi idi. Her hac mevsiminde olduğu gibi, dört bir yandan mü'minler geliyordu, bu gelenlerin içinde Hindistan ulemâsından, âlim, zahit, keşfi açık gerçek bir Allah dostu da bulunuyordu. Bu Allah dostu ile sizinle olduğu gibi yakınlık oluştu, sohbetine katıldık. O kadar güzel sohbetleri oluyordu ki, kendi ağlıyordu, dinleyenleri de ağlatıyordu. O zamanlar Osmanlı'nın çok sıkıntıda olduğu zamanlardı, ehl–i küffar, İslâm'a karşı saldırıya geçmiş, Payitahtta Çanakkale Boğazı'nda büyük savaş oluyordu.
Hindistanlı âlimde bir şey dikkatimi çekmişti, sohbetlerinde ağlıyor, namazlarında ağlıyor, yolda yürürken bile gözünden yaş eksik olmuyordu. Ağlamadığı zamanlar bile devamlı hüzünlü idi. Merakım artıkça artı ve bir gün kendisine bunun sebebini sordum:
"Efendi! Bu mübarek yerdesin, gözün gönlün açılacağı yerde devamlı ağlıyorsun, ağlamadığın zamanlarda yüzünde hüzün var, bunun sebebi, hikmeti nedir?" Beni yayına oturttu, gözlerindeki yaş damlaları daha da hızlanarak akmaya başladı. Sonra yaşlarını sildikten sonra bana dedi ki:
"Ben uzun yılların hasreti ile çok uzaklardan buralara geldim. Ben Kâinatın Efendisi'nin kokusunu, ruhaniyetini Hindistan'dan alırdım. Şimdi buralara geldim, Efendimin kabr–i şerifi başındayım, ama Hindistan'da aldığım feyiz ve nuranîliği burada bulamadım. Bu ne hâldir diye düşünüyorum, acaba bir günah mı işledim, bir suçum mu var? Efendim benim üzerimden himmetini çekti mi? Ya da Efendim, burada değil, burada olsa onu hisseder, onun ruhaniyetinden bereketlenirdim. Bu hâl beni perişan etti… Ağlamamın sebebi budur."
Türbedar bu Allah dostunu dikkatle dinledi, ancak o da bu işe ne bir yorum getirebildi, ne de bir şey diyebildi. Ancak nur yüzlü türbedarın da kafası karışmıştı. Bu Hindistanlı âlimin, yalan söyleme, abartı yapma gibi bir durumu söz konusunu değildi. Son derece samimî bir hâl içindedir. Hindistanlı âlimin söylediklerine yabancı değildi. Her hac mevsiminde değişik bölgelerden gelen Allah dostları ile karşılaşır, onları Allah Resûlü'nün ruhaniyeti ile nasıl bağlantılar kurduklarını bilirdi. Bu Hindli âlim de onlardan biri idi, türbedarın bunda zerre şüphesi yoktu. Peki, bu âlimin söyledikleri nasıl açıklanacaktı?
Yaşlı türbedar gündüz dinlediklerinin etkisinde kalmıştı, gece yatağına yattığında da kafasındaki soru işaretleri gitmemişti.
Sabah namazına kalkmadan önce türbedar bir rüya görür. Rüyasında Kâinatın Efendisini görür. Nur yüzlü türbedar, edebinden Efendimize bir şey soramaz. Dün yaşananlar aklına gelir, bir şey diyemez. Türbedarın düşüncelerine Kâinatın Efendisi cevap verir:
"O kardeşimin hissettiği doğrudur. Ben her zamanki makamımda değilim, birkaç zamandır Çanakkale'deyim… Çok zor durumda bulunan kardeşlerimi yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı. Onlara yardım ediyorum…"
Hindistanlı âlim, Allah dostunun vaziyeti anlaşılmıştı. Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Efendimiz bulunduğu makam itibariyle, bir anda birden çok yerde bulunamaz mı? Elbette bulunur, başta Hızır Aleyhisselâm'ın ve Allah'ın veli kullarının bulunduğu gibi. Buradaki, hâdise birine gösterirler, ondan da herkese duyururlar mahiyetindedir.
Comments
v
V
http://www.dailymotion.com/video/xaqiaz_peygamber-efendimiz-s-a-v-canakkale_news
v
vote
v
v
lan bi defol git. sıçayım sizin rant sağlama çabalarınıza. çanakkale savaşını da allaha havale ettiniz ya ne diyeyim.. o kadar şehidimizin kanıyla alındı orası sığ beyin seni. neymiş cemal öğütmüş falan filan.
amk sanki bir tek çanakkale cephesindekiler müslümandı dimi? kars, suriye, yemen cephesinde sanki ateistler savaştı amk. zihniyetini sikeyim. yardım eden allah diğer cepheleri görememiş mi?
v
voted
Sallallahu aleyhi ve sellem...
hepsini okudum ibret aldım.
@Darkireth ya gücü yetmemişse?
kendi kendini parmaklıyor bunu paylaşan arkadaş o zaman.
Ya gücü yetmedi yada hiç onunla alakası yok demektir 🙂
eline saglik voted
@bazi sahsiyetler
begenmiyorsaniz begenmedim dersiniz küfüre, hakarete, seviyenizi ulu orta göstermenize gerek yok
güzel. v+s
Darkireth gerizakalı bir halt bildiğin yok madem hiç konuşma ki bir şeyler biliyor sansınlar.
o cephede şehit mertebesine ulaşmak ne kadar kudretli bir vazifedir. Eğer şu an nefes alıp verebiliyorsan ALLAH (C.C.) sayesindedir. Her nefes alışında , her hareket edişinde bedenin ALLAH ( C.C. ) den güç alır , izin alır. Sen diyorsun ki Çanakkale dışındakiler insan değil mi? Eğer ki Çanakkale geçilseydi ne olurdu bunu aklın kesiyor mu Kars cephesinde savaştığımız Ermenilere, Rumlara ve Ruslara yardım götürülüyordu o cephede eğer ki yenik düşseydik işte o zaman Doğu Anadolu da büyük bir ermeni devleti olurdun , işte o zaman kendini Bizans'ın varisi olarak gören yunanlıların ve tüm dünyanın sömürgesi olurduk inşallah o kalın kafana bir şeyler yer etmiştir. Kader ve kaza Allah(c.c) elindedir Allah ın bi hikmeti vardı ki bize sadece Çanakkale cephesini kazanmayı nasip etti. Sen şimdi kendini ne zannedip Allah ı tealanın hikmetini sorgularsın be ahmak
@battal06 tarih bilgine sıçayım. çanakkale geçildi zaten. savaşla geçemeyen düşman o çok muhterem osmanlınızın izni ile gelip kontrol altına aldı ya istanbulu unuttun mu vahdettininizi.
çanakkale savaşı öyle dualarla sarıkla kazanıldı imajı yaratmayı kesin artık. 250bin şehit ve öncü bir komutan sayesinde geçilemedi çanakkale. öyle iş sarığa falan kalsaydı diğer cepheleri sarıkla dua ile kazanırdık zaten değil mi. allah ya bu sadece çanakkaleye önem vermiş değil mi. beyinsiz sığ yobazlar sizi.
Bu gibi uydurma metinler iyi niyetle hazırlanmış bile olsa insanların Allah'a, Peygamber'e inancını, kısaca imanını tehlikeye sokar. Bunları yapmayın. Peygamberin cepheye yardıma gelmesi, savaşlarda vuruşan dev gibi yeşil sarıklılar vs. gibi olaylar niye Balkan faciasında olmadı diye sorarlar mesela adama. Zira Balkan faciasından sonra Balkanlarda katledilen, sürgün yollarında ölen müslüman Türklerin sayısı 2,5 milyon civarındadır. Kaynak: Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün.
ya hiç bir şey bilmiyorsunuz yada asıl beyinsiz yobaz olan sissiniz.
"@battal06 tarih bilgine sıçayım. çanakkale geçildi zaten. savaşla geçemeyen düşman o çok muhterem osmanlınızın izni ile gelip kontrol altına aldı ya istanbulu unuttun mu vahdettininizi.
çanakkale savaşı öyle dualarla sarıkla kazanıldı imajı yaratmayı kesin artık. 250bin şehit ve öncü bir komutan sayesinde geçilemedi çanakkale. öyle iş sarığa falan kalsaydı diğer cepheleri sarıkla dua ile kazanırdık zaten değil mi. allah ya bu sadece çanakkaleye önem vermiş değil mi. beyinsiz sığ yobazlar sizi."
"Bu gibi uydurma metinler iyi niyetle hazırlanmış bile olsa insanların Allah'a, Peygamber'e inancını, kısaca imanını tehlikeye sokar. Bunları yapmayın. Peygamberin cepheye yardıma gelmesi, savaşlarda vuruşan dev gibi yeşil sarıklılar vs. gibi olaylar niye Balkan faciasında olmadı diye sorarlar mesela adama. Zira Balkan faciasından sonra Balkanlarda katledilen, sürgün yollarında ölen müslüman Türklerin sayısı 2,5 milyon civarındadır. Kaynak: Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün."
siz ne saçmalıyonuz neyin kafasını yaşıyonuz ben sizi anlamadım ama size doğru yolun ne olduğunu ve dünyada ki bazı örnekleri ile anlatayım ha anlamazsanız dahada gayrı sizin gibi iki akmakla harcayacak vaktim yoktur.
250 bin kişinin mücadelede nasıl çarpıştığına nasıl zorluklarla destan yazdığına diyecek hiçbir kelamım yoktur. Lakin bazı olaylarda yaşanmıştır şimdi diyeceksiniz ki koca kainatın lideri efendisi olan , tüm kainat onun yüzü suyu hürmetine var olan bir peygamber savaşa mı gider madem savaşa gidildi ordu da yiyecek ekmek nasıl olmaz bu nasıl yardım diyeceksiniz.
Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri sefere gitmeden önce ALLAH (C:C🙂 den haber bekler bunu her seferde yapar MISIR Seferin ne gitmeden gene Allah' a bir haber göndermesi için dua eder ve birkaç gün sonra sarayın çalışanların dan bir zaat rüyasını sultana anlatır rüyada 4 büyük halifeden savaş izni alınmıştır halıfiler savaşı uygun bulmuşlar ve fethi .........
gerçekleştirmek için yola koyulmuşlardır. ABD nin bugün yaptığı araştırmalara göre değil koca ordunun bir insanın dahi mısır daki çölü geçmeleri imkansızdır. ammavelakin Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri bu çölü ordusuyla birlikte geçmiştir orduda bilirsinizk sadece atlılar yoktur büyük toplarda var ve bu topların gideceği hız çok düşükrtür. Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri çölü geçerken atına binmemiştir ve o binmediği için tüm osmanı ordusuda atlarına binmezimiş veziriazamı gelmiş ve demiş ki sultanın siz atınıza binmediğiniz için ordu atına binmiyor askerlerimiz çok aruldu perişan durumdalar.Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri cevap verir görmezmisin o önümdeyken ben nasıl atıma bineyim diyerek peygamber efendimizin rehberlik ettiği bilinmektedir. işte böyle savaşa bulunur peygamber efendimiz.
mısırda ordu kıtlık yaşarken bir zaata denk gelirler zaatın tenceresinden koca ordu doyar Allah'ın hikmeti ne kadar büyüktür ki tenceredeki yemek bitmez. diyeceksiniz ki o kadar hızlı nasıl davranır
Mevlana Hazretleri sabah namazını KABE de kılarmış, Mevlana Hazretleri bunu yapabilir iken koca peygamber neleri yapmaz ki diğer cephedeki askerleri şehit düşürerek onları öyle kudretlendirmiştir ki inşallalah cennete gidersin ve görürsün şehit gördükleri ilgiden alakadan dolayı şarıracaklar diyecekler ki yarab beni bir kere daha dünyaya gönder bir kere daha senin yolunda şehit düşeyim ki senin bu ilginden yararlanayım.
bilirsin ki SAİT NURSİ (R. A.) doğuda bulunmaktadır savaş zamanında ve savaşan fransızlara sorduklarında yeşil sarıklılar bizi mahvetti demişlerdir
Bu hakikatlerin pek çoğunu düşmanlar da itiraf etmektedir. Nitekim Hamilton şöyle demiştir:
“Bizi Türklerin maddî gücü değil manevî gücü yendi. Onların atacak barutu bile kalmamıştı lakin biz gökten inen güçleri müşahede ettik.”
Yine Çörçil(Churchill) bunca teknolojiye rağmen Türklere nasıl yenilirsiniz? diye sıkıştırılınca şu cevabı vermiştir:
“Anlamıyor musunuz, biz Çanakkale’de Türklerle değil Tanrıyla harbettik, herhalde yenildik.”
denilmiştir.
Bu ilahî yardımlardan bizim için en şereflisi hiç şüphesiz iki cihan güneşi sevgili Peygamberimizin Mehmetçikle beraber olması, kendisine yapılan istimdada (yardım istemeye) –biiznillah- cevap vermesidir. Nitekim savaşın çok kızıştığı bir esnada, stratejik mevkilerimizi teker teker kaybettiğimiz bir hengâmede, Binbaşı Lütfi Bey “Yetiş ya Muhammed, yetiş Ya Muhammed, kitabın gidiyor!” feryatları ile düşman saflarına hücum etti. Onun bu feryadı, yüreği Peygamber sevgisi ve Kur’an hürmeti ile dolu Mehmetçiğimize çok tesir etti. Onlar da vecd içinde, ölümüne düşman siperlerine hücum ettiler. Neticede kaybettiğimiz yerleri geri aldığımız gibi birkaç siper de fazladan kazandık.
Bir diğer hadise de savaş esnasında Yarbay Hasan Bey’in başından geçiyor. Kalbi engin bir şefkat ve merhametle dolu olan Yarbay Hasan Bey, Kilitbahir köyünden geçerken yaralı bir köpeğin su içmek için köy çeşmesine yaklaşmaya çalıştığını fakat çeşme başında çamaşır yıkayan kadınların ve oynayan çocukların yarasından kanlar ve irinler akan bu köpeği çeşmeye yaklaştırmadığını gördü. Köpek boynunu büküp çaresiz bir şekilde dönerken olayı takip eden Hasan Bey atından atladı. Akan kanlarına ve irinlerine aldırmadan köpeği kucaklayıp çeşmeye getirdi. Önce bir güzel susuzluğunu giderdi, sonra yaralarını sardırıp karnını doyurdu. Köpek âdeta hayata yeniden dönmüştü. Velinimeti olan Hasan Bey’in peşini bırakmıyordu. Yarbay Hasan Bey de köpeği sevmişti. Ona Canberk ismini koydu. Canberk Türk siperlerinde gündüz savaşlara katılıyor akşam nöbet tutuyordu. Yaraları da artık iyileşmiş, tüyleri yeniden çıkmıştı. Bir gün Fransızlarla yapılan süngü harbinde Mehmetçik başarılı olmuş, düşman siperlerini ele geçirmişti. Yarbay Hasan Bey siperler arasında dolaşıp yaralı olan askerleri cephe gerisinde kurulan hastaneye sevkediyordu. Bir Fransız askerinde hafif bir kıpırdanma görünce yaralı zannedip yanına yaklaştı. Zira merhamet âbidesi olan Hasan Bey’in engin yüreğinde sadece yaralı bir köpeğe değil, göğüs göğse çarpıştığı düşman askerine bile fazlasıyla yer vardı. Fakat yerdeki Fransız askerinin Canberk kadar bile iyilikbilirliği, kadirşinaslığı yoktu. Yarbay Hasan Bey şefkatle eğilip yarası var mı diye bakarken ani bir hareketle hançerini çıkarıp Hasan Bey’in göğsüne sapladı. Artık Hasan Bey son anlarını yaşıyordu. Askerleri büyük üzüntü içindeydi. Canberk de koşa koşa gelmiş Hasan Bey’in ellerini yalıyor, melül melül gözlerine bakıyordu. Tabur imamı da geldi, başında Kur’an okuyordu. Yarbay Hasan Bey yanındaki askerlere birden “Beni ayağa kaldırınız” diye seslendi. İki asker kollarına girip Hasan Bey’i ayağa kaldırdılar ve Hasan Bey son sözlerini söyledi:
“NİYE ZAHMET BUYURDUNUZ YA RASÛLULLAH?”
Canberk de dâhil bütün herkes ağlıyordu. Fakat yapacak bir şey yoktu. Hasan Bey’in üzerine bir Türk bayrağı örttüler ve şehit düştüğü yeri kazmaya başladılar. Canberk de bayrağın altından girip Hasan Bey’in ayaklarına kapanmıştı. Kabri kazdıktan sonra defnetmek için bayrağı kaldırdılar. Hasan Bey’in sadık dostu Canberk’i ayırmak için dokunduklarında askerlerin şaşkınlığı bir kat daha arttı. Çünkü Canberk sadakatin zirvesine ulaşmış, o da velinimeti Hasan Bey’in ayak ucunda ruhunu teslim etmişti. Önce Peygamberimizin ağuşunu (kucağını) açtığı o mübarek komutanı defnettiler, sonra da onun ayak ucuna sadık dostu Canberk’i…
Çanakkale’de Allah’ın izniyle Efendimiz’den başka meleklerin ve evliyaların da yardımları görülmüştür. Savaşa katılmış olan Ladikli Ahmed Ağa, isminin Kaşıkçı Dede olduğunu söyleyen nur yüzlü bir zâtın cehennemî bir çatışma ortasında, herkesin susuzluk çektiği bir anda askerlerimize su dağıttığını, bu sudan kendisinin de içtiğini söylemiştir. Kaşıkçı Dede, sudan matarasına da koyup “Eğer yaralanırsan bu suyu yarana sür” demiş ve bir iki defa yaralanan Ladikli Ahmed Ağa suyu yarasına sürünce çok kısa sürede iyileşmiştir. Kaşıkçı Dede, savaştan yıllar önce vefat eden ve Kilitbahir’de medfun bulunan bir Allah dostudur.
Çanakkale’de ilahî yardım olağanüstü tabiat hadiseleri şeklinde de tezahür etmiş ve bunların çoğuna düşman askerleri de şahitlik etmiştir. Üç anzak askerinin (Feiçhardt, D. Nevnes, J.L. Newman) yemin ederek ve Anzak Sahra Birliğindeki diğer 19 arkadaşlarını da şahit göstererek anlattıkları “Düşman yutan bulut” hadisesi şu şekildedir: İngilizler harpte bir türlü istedikleri neticeyi alamayınca İngiltere’den mütemadiyen takviye güç istemektedirler. Hamilton’un isteği üzerine hususî eğitim almış olan Norfork Kraliyet alayı Çanakkale’ye sevk edilir. 267 kişilik bu birlik fazla bir mukavemetle de karşılaşmayınca stratejik konuma sahip olan Alçıtepe’den bir önceki tepe olan 60. tepeye doğru rahat bir şekilde ilerler. Havada soluk renkli bulutlar vardır. Bu bulutlar saatte 6 veya 8 km. hızla esen rüzgara rağmen sabit bir şekilde durmaktadırlar. Bunlardan yaklaşık 250 m uzunluğunda 60’ar metre eninde ve yüksekliğinde olan bir bulut 60. tepeyi kaplamıştır. Norfork Kraliyet alayının subayları ve askerleri bulutun içine girmeye başlarlar. Son asker de girince bulut yükünü almış bir uçak gibi havalanmaya başlar. Havadaki diğer soluk renkli bulutlarla birleşerek kuzeye yani Trakya tarafında doğru gider. Savaş sonrasında bu 267 kişilik alayın bir tek ferdine bile -ne ölüler arasında ne de esirler arasında- rastlanamamıştır. Askerlerin aileleri ve İngiliz hükümeti çok aramasına rağmen tek bir ferdi bile bulamamıştır.
Bulutla gelen bir diğer ilahi tecellî de şudur: Bayram namazını kılmak isteyen askerlerimize komutanları izin vermiyordu. Zira toplu halde namaz kılmak düşman için bulunmaz bir fırsat olurdu. Arefe günü hava açık olmasına rağmen bayram sabahı siperlerimizin üstüne bulutlar çökmüştü. O derece ki, düşmanın, askerlerimizi görebilmesine imkân yoktu. Bu vaziyete askerlerimiz çok sevinmişti. Artık bayram namazını kılabilirlerdi. Huşû içerisinde namazlarını kıldılar. Ardından vecd ile bayram tekbirlerini getirmeye başladılar. Hep bir ağızdan dalgalanan tekbirin sadası ta düşman siperlerinden duyuluyordu. İşte bu esnada düşman saflarında karışıklıklar baş gösterdi. Silah sesleri duyuldu. Meğer İngilizler, müslüman sömürge ülkelerden asker toplarken onları kandırmışlar, “Sizin halifenizi Almanlar kaçırdı, halifenizi kurtarmak için Almanlarla savaşa gidiyoruz” demişler. “Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi” gibi dalgalanan tekbirin sadasını duyan müslüman sömürgeler, kendileri gibi müslümanlarla savaştıklarını anlamışlar ve siperlerinde İngilizlere isyan etmişler. İngilizler ise bu askerlerin bir kısmını kurşuna dizmiş, bir kısmını da cephe gerisine sevketmiş.
Çanakkale’de ilahî yardımlar bulutlardan başka rüzgârla da tecelli etmiştir. 25 Nisan’da hava aydınlanmadan karaya ilk çıkartmalarını yapacak olan Anzakların, önceden yerleştirdikleri işaret dubalarının yeri rüzgârın tesiriyle değişmiş ve Anzaklar çıkartma için çok elverişsiz olan –şimdiki ismi Anzak koyu olan- tepelik alana çıkartma yapmışlardır.
Rüzgârla ilgili bir diğer hadise de şudur: Savaşın uzaması ve İngilizlerin bir türlü netice alamaması üzerine Çörçil, Lordlar kamerasında, kimyasal gaz kullanılmasını teklif etmiş, bunun insanlık suçu olduğu, savaş ahlakına sığmadığı hatırlatılınca ise “Türkler insan değildir, hayvandır” diyerek meclistekileri ikna etmiştir. İngiltere’den varillerle kimyasal gaz Çanakkale’ye sevk edilmiştir. Mevsimin yaz olması sebebiyle rüzgâr denizden karaya doğru esmektedir. İngilizlerin hesaplarına göre denizdeki varillerin kapağı açılacak ve karada savunma harbi yapan askerlerimiz zehirlenecektir. Fakat onların bu hilesini ilâhî mekir bozmuş, rüzgâr yön değiştirmiş ve savaş bitene kadar da karadan denize doğru esmeye devam etmiştir. İngilizler, bu menhus emellerine, Allah’ın ecdadımıza olan inâyeti sebebiyle ulaşamamışlardır.
Bulutlardan, rüzgârdan başka yeşil kuşlar şeklinde melek ordusu da müminlere sekînet vermekteydi. Ruşen Eşref Ünaydın, bir gazimizle yaptığı röportajda ona yeşil sarıklılar gördünüz mü şeklinde bir sual tevdi edince gazimiz şu cevabı vermiştir:
“Hayır efendim biz görmedik. Yalnız kuşlar vardı. Yeşil yeşil. Ateşin arasında gezerlerdi. Sonra zeytin ağaçlarına konarlardı… İşte o zeytin ağaçlarını kurşun, gülle kırmış, yıkmış, dalını budağını karıştırmış. O yeşil kuşlar oraya konarlardı. Kurşun murşun, Allah tarafından, onlara dokunmuyordu.”
Bu hakikatleri bir şair şu şekilde dile getirir:
Ve yeşil kuşlar uçuşur Çanakkale vadilerinde
Ve rüzgar harp durumuna geçer en tepede
Bulutlar ulvi bir sevkiyattadır
Devrin süper devletlerine karşı en zayıf halleriyle Mehmetler
En fakir görünümleriyle Mehmetler
Taşıdıkları isme yakışır bir tevekkülle dimdik ayaktadırlar
Ve bu Mehmetlerin arkasına o ismin hatırını bilenler geçer teker teker
Mehmetlerin ardında koca bir kâinat en üst düzeyde savaş alarmına geçmiştir.
Mehmetçiğe gelen ilahî yardımın bir diğer veçhesi de düşmanın teknolojisinin yerine göre iflas etmesidir. Nitekim düşmanın attığı toplardan pek çoğu patlamadan toprağa gömülmüştür. Yıllar sonra savaş yapılan bölgelerden birisinde çıkan bir yangında patlama seslerinin duyulması ilk önce bölgedeki köylüleri şaşırtmış, sonra bu patlamanın savaş esnasında patlamayan topların infilakı ile vaki olduğu öğrenilmiştir.
Mehmetçiğin susuzluk çektiği, çatışmaların şiddetinden siperlere suyun intikal edilemediği bir zamanda askerlerimiz bir ıslık sesi duyar. Ardından düşman topunun düştüğü yerden su fışkırmaya başlar.
İngilizlerin pusulalarının pek çok defa bozulup yanlış istikameti gösterdiği, bu sebeple zayiatlarının sayısının arttığı hadiseler de sıkça yaşanmıştır.
18 Mart’taki deniz savaşının arifesinde Miralay Cevad Paşa’nın gördüğü rüya ve bu rüya istikametinde Nusret Mayın Gemisinin vazifesini ifa ederken yaşanılanlar da Çanakkale Savaşındaki ilahî nusretin bir göstergesidir.
Çanakkale’de savaş esnasında yaşanılan sayısız fevkalade hadiseden başka savaş sonrasında da pek çok olağanüstü hadise vukû bulmuştur. Cesedi bozulmamış şehitlerimiz, tüfeğini bırakmayan askerimiz, akşamları görülen nöbet mangası, daha neler neler… Yaşanılan, şahit olunan bu hadiseleri anlatmak başlı başına bir yazı konusu olacak kadar fazladır. Savaştan sonra ortaya çıkan bu ilahî tecellilerin belki bir hikmeti de bizlerde Çanakkale ruhunu, Çanakkale şuurunu daima canlı tutmak, o ruhtan, o şuurdan asla kopmamak içindir.
Hiç unutmamalıyız ki Allah Teala kendi yolunda birlik içinde ve samimi duygularla yapılan gayretleri asla boşa çıkarmamaktadır. Müminlerin güçlerinin tükendiği, yapabilecek bir şeylerinin kalmadığı pek çok durumda ilahî yardımıyla, manevî ordularıyla onları teyit etmektedir. İslam tarihinde bunun Çanakkale’den başka daha sayısız misali vardır. Müminlerin tefrika içerisinde olduğu, ihmalkâr davrandığı durumlarda ise ilahî yardımdan nasiplenemedikleri de bir gerçektir. Bu sebeple tefrikaya sebep olabilecek fitnelere kapılmadan Allah yolunda elimizden gelen gayreti göstermeliyiz. O zaman zâhir veya bâtın pek çok ilahî lütfa nâil olacağımız muhakkaktır.
Allah Teâlâ bizi dininden, dinine hizmetten ve dinine hizmette canını zevkle feda edebilen ecdadımızın yolundan ayırmasın...
''ALLAH TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN''