Düşünceler- Var mıyız? Yok muyuz? Bölüm 3

Day 1,866, 01:07 Published in Turkey Turkey by tiryakihasanpasha

"Ölüm...

Bilinçli olmanın dayanılmaz bir ağırlığı vardır. Bildikçe ağırlaşır.

Kolay bir şey değil. İşin ucunda yok olmak var. Hem de sonsuza kadar.

Yok olunca ne rüya görebilirsin artık, ne de plan yapabilirsin. Yok olmak... Yok olunca ne toprak altındasın, ne de toprak üstünde. Sorguya gelen melekler yok. Boşlukta olursun diyeceğim ama boşluk uçma hissini yaşatır, bu bahsettiğim şeyde hissetmek de yok.

Yeni bir hikaye yok artık. Düşünmek de yok. Bitiş ve bitti.

Zebaniler kovalayacak sen de kaçacaksın diye bir hikayen olsa razısın, kaçarken belki geçmişi de yad edersin. Ama yok.

Bir tür hiçlik olan, yokluklardan bir yokluk olan; ölüm var.

Tabii önce yaşam var. Siz döllendiğinizin ilk anlarında alelade bir bakteri gibiydiniz. Mitokondriyse mitokondri, stoplazmaysa stoplazma, organelse organel. Toplu iğne ucunun yüzde biri kadar canlılardınız anne bedeninde. Ama bakın şimdi ne oldu? Akranınız bakteriler hayattan hiç bir şey anlamadan öldüler. Siz ise şimdi ölümü düşünüp korkuyorsunuz. Düşünün.

Düşünün istediğiniz kadar.

Düşünmek serbest. Hatta dağda bir mağaraya kapanmak da serbest. Denizde yürümek, denizi ikiye bölmek, ağzını açmadan konuşmak, ayı ikiye bölmek, ölenleri diriltmek, bitkileri yürütmek, güneşi durdurmak olmadı çamura batırmak... Hayal gücünüz, ufkunuz, fantezileriniz neye el veriyorsa artık. Hepsi size serbest. Çünkü bilinçli olmanın dayanılmaz ağırlığını taşıyorsunuz. Duyarlısınız. Acı çekiyorsunuz.

Yaşamı biliyorsunuz, bu yüzden ölümü de biliyorsunuz. Ama belki de ikisini de çok az biliyorsunuz. Bu yüzden? Düşünmek serbest."

Ölüm bir bilinmez. Ve onu düşünürken en ağır basan duygu da tabii ki; korku.

Korkuyu korku yapan şey ondaki bilinmezliktir. Daha doğrusu yarı-bilinmezliktir. Bir insan tam olarak bildiği bir şeyden ve hiç bilmediği birşeyden korkamaz. Korku filmlerine bakın. Filmin başından beri azar azar bildirirler size, bilinmezliği azaltırlar ama sıfırlamazlar, gererler, gerdikçe gererler sizi, sonra da son sahnede patlatırlar yüreciğinizi.

Canavarı tamamen gördükten ve "alıştıktan" sonra ise artık film bir korku filmi değildir. Macera filmidir. Filmin adı da; ZEBANİLERLE KIRK ÜÇ BİN YIL.

Korku derken, aklınızdan bir renk tutun mesela.

Tabii ki siyah. Başka ne olabilirdi ki?

Görünür aralıktan bahsedelim.

Siyah... Siyahtan ne bir foton gelir ne bir dalga. O yüzden siyahtır. Kırmızıda mesela, karşıdan en azından hafif dalgalı, tatlı bir foton gelişi vardır. Ama siyahta o da yok. Korkunç bir şeydir! Öyle cimri, öyle cimri. Hiç bir şey vermez.

Yaşam ise; verendir. Doğal rengi beyazdır. Mutluluktur. Peki niye hayaletler beyaz? Hayalet bile beyaz çünkü onun da bir yaşamı var. Görünmek isteyen bir canı var. Kızgın da olsa küskün de olsa bir canı var, hikayesi var.

Siyahtır ölüm. Yokluktur, hiçliktir. Anlamsızın da anlamsızı. Ama en sonunda bir anlam olmalı. Bir anlam olmalı ki tüm bu anlamsızlıkları kaplasın. "Nihayet" diyelim ki düşünme zahmetini terk edebilelim. Adını da ne koyduğumuz önemli değil; "yaratıcı" olur, "tanrı" olur, "x" olur farketmez biz başımızı ona koyalım.

Ona koyalım ve hiç bir şey rahatsız etmeden, güzelce uyuyalım.