97 yıl öncesi ve şimdi...

Day 1,663, 16:12 Published in Turkey Turkey by kanliay3232
Biliyorum ki;

°ECDAT TARIH YAZMIS,EVLAT OKUMAKTAN ACIZ °

Acizligini göstermemen dilegiyle...





Ahmet, 17 yaşında, en sevdiği ders Matematik. Öğretmen olmak hayalindeydi. Arkadaşlarıyla futbol oynamayı sever, okulda sürekli maç ederdi. 2 kız kardeşi vardı.

Hasan, 19 yaşında, Harbiye'den mezun olmuş, ülkenin durumu pek uygun olmasa da küçüklüğünden beri sevdiği kızla en sonunda evlenmek için hazırlık yapıyordu.

Salih, 16 yaşında, babası o daha çok küçükken öldüğü için okula hiç gitmemiş, kendinden 2 yaş küçük olan kız kardeşiyle annesine bakmak için bir demir atölyesinde çırak olarak çalışıyordu.

Rüstem 21 yaşında, Fransızca okuyup baba mesleği olan kumaş ihracatçılığı yapmak için hazırlık yapıyordu. Evli ve 1 yaşında küçük bir bebeği vardı.

Murat 32 yaşında, ikisi de küçük 1 oğlu ve 1 kızı vardı, karısını veremden kaybetmişti, çocuklarına hem annelik hem babalık yapıyordu.

Ve ayrı ayrı hayat hikayeleri olan binlerce genç... Hepsi de bir şeyler kazanmak için uğraşıyorlardı, kendilerince dertleri vardı, sevinçleri, üzüntüleri vardı. Bu yaşa gelene kadar anne-babaları onlar için, bizim çocuklarımız için endişelendiğimiz kadar endişelenmiş, bizim çocuklarımıza gösterdiğimiz özen kadar özen göstermişlerdi. Büyütmüş, olanı-olmayanı bulup buluşturup çocuğunun ihtiyaçlarına harcamışlardı; "Onların çektiklerini çocukları çekmesin"di çünkü...

Bir gün deniyordu ki; Trablusgarp ve Balkan Savaşları'ndan zaten harap ve bitap düşmüş İmparatorluk, mevcudiyetini sürdürmek için Cihan Harbi'ne Almanya ile birlikte girecek. Fazla zaman geçmeden dünyanın en güçlü ülkeleri İngiltere ve Fransa, diğer güçlü müttefikleriyle Çanakkale Boğazı'ndan geçip İstanbul'u işgal etmek için yola çıkarlar.

Ahmet, sevdiği Matematik dersini ve öğretmenlik hayallerini bıraktı, Hasan yıllardır evlenmek için sabrettiği sevgilisini bıraktı, Salih demir atölyesini ve bakmak zorunda olduğu kız kardeşiyle annesini bıraktı, Rüstem çocukluğundan beri her gün babasının yanında öğrendiği iş için çalışmayı bıraktı, Murat da 2 küçük çocuğunu önce Allah'a sonra da anne-babasına ve komşularına emanet etti. Ve diğer binlerce insan Çanakkale'ye gittiler, düşmanı durdurmaya.

Çanakkale'ye gittiklerinde orduyu yöneten komutan, müttefikimizin komutanı Alman Liman Von Sanders Paşa idi. Aslında Paşa'nın amacı, düşmanı Çanakkale'den uzaklaştırmak değil burada oyalamak ve Almanya'nın batı cephesindeki savaşı biraz olsun hafifletmekti. Nitekim attığı adımlar da öyle oldu, şiddetli savunma yerine önce düşmanı karaya çıkarıp sonra düşmanı Türkler'in üzerine çekip öyle savaşıyordu, isteseydi belki de düşmanı hiç karaya çıkarmadan durduracaktı fakat Almanya'nın zaman kazanması Türk askerlerinin yaşamından daha önemliydi. Alman Paşa düşünüyordu ki Türkler, Almanya'nın batı cephesine bu şekilde yardım edebilecekti. - İki gün önce Afganistan'da şehit olan 12 askerin kaderinde ne fark vardı, onlar da yabancının eline teslim edilmiş askerimizdi... -

İsmet Görgülü diyor ki: "Kıyı savunması yapılsaydı İngiliz ve Fransızlar karaya çıkamazlardı. Karaya çıkamayınca Çanakkale cephesi açılmazdı. 500 bin İngiliz-Fransız askeri buraya bağlanamazdı. Dolayısıyla Alman niyeti gerçekleşemezdi. Ve Çanakkale ilk günde biterdi!"

Atatürk, 1918’de Ruşen Eşref’e anlatıyor: "Benim kanaatime göre düşman, çıkarma girişiminde bulunursa iki noktadan çıkardı. Biri Seddülbahir ve Kabatepe civarı. Ve düşmanı karaya çıkartmadan bu sahil bölgelerini doğrudan savunmak mümkündü."

Ama bunu Alman Paşa'sı nereden bilirdi, bilse de uygular mıydı ki, ona emirler Berlin'den geliyordu. Ne bilsindi, taksındı bizim Ahmet'i, Hasanı, Murat'ı ve nicelerini.

Fakat bunu bilen birisi vardı, Mustafa Kemal Paşa. Gördüklerini daha sonra şöyle anlatacaktı:

"Karşı siperler arasında mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına tümüyle düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor… Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir tereddüt bile göstermiyor… Okuma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet çekerek yürüyorlar. Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur!"

Yukarıda hikayesi olan, bahsettiğim insanlar; Ahmet, Hasan, Salih, Rüstem, Murat... Ve binlercesi, on binlercesi... Aynı amaç için toplanmışlar, aynı birlikte aynı siperde kader onları birleştirmiş, önlerinde biraz önce ayakta duran ama şimdi vurulup da yerde yatan, bir hilal uğruna batan güneşlere bakıyorlar, birkaç dakika sonra kendilerinin de öleceklerini biliyorlar, tüm hikayelerini, çocuklarını, ailelerini, sevgililerini, geçmişlerini bir kenara bırakıyorlar, ölümün üzerine korkusuzca yürüyorlar.

Aslında onların da kendince yaşayacakları vardı. Onlar da bu dünyaya bir kere gelmişti, eğlenmek onların da hakkıydı. Zaten herkes gidiyordu cepheye, onlar gitmese ne olacaktı, onlar mı kurtaracaktı bu vatanı? Onlar zamanında da yeni çıkan eğlenceler, oyunlar vardı, okulda geçmeleri gereken dersler, sınavlar vardı. İlk defa tattıkları çikolata vardı, hayatlarında hiç binmedikleri motorlu taşıtlar vardı, o kadar çok yapılacak şey, yaşanacak o kadar çok şey vardı ki...

Söylenir ya meşhur Fetih Marşı'nda: "Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın? Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın." Onlardan birçoğu Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaşta bile değillerdi.

Orada yaklaşık 250 bin askerimiz şehit olmuş, fakat düşmanı Çanakkale'den bir adım öteye geçirmemişlerdi.

18 Mart 1915, tarihin en haklı savaşlarından birinin kıvançla bitirilmesinin şerefini taşır, dünyanın başlangıç tarihinden bu yana bildiğimiz en önemli tarihlerin başlarına atılabilinecek bir tarihtir.

Çanakkale Zaferimizin 97. yıldönümü kutlu olsun!

Böyle kahraman bir neslin torunları olduğumuz için ne kadar gurur duysak azdır.

Fakat o nesle ne kadar benziyoruz, onlar (manevi olarak) neredeydi, biz neredeyiz, orası tartışılır... Onların uğruna öldüğü, kafalarında canlandırdığı torunları acaba gerçekten bizim gibi miydi? Onlar şehit olmak üzereyken, uğruna öldükleri torunları onların bu yaptıklarını düşünüp de bu ülkeyi çok ilerilere taşırlar diye akıllarından geçirmemişler midir acaba?

Çanakkale ruhunu sadece Holywood, Disney, Pop ve televizyonla yok olma noktasına getirenler kendileriyle, bizim dedelerimizle övünmediğimiz kadar övünüyor olsa gerek...

Dedelerimizle bizim aramızdaki fark, cesaretle korku arasındaki fark gibidir.

Korku; daha çok inançsızlık ve bilgisizlik yüzünden var olur. İnancı tam olan bir insan korksa da inandığı şey uğruna korkusunu yenmesini bilir, bilge bir insanı da bilgiyle dize getirmek zor olduğu için bu insan karşındakinden çekinmez. Bir çoğumuz maalesef oturduğu evin, kullandığı bilgisayarın, izlediği televizyonun, cebindeki telefonun, altındaki arabanın, giydiği kıyafetin, dışarıdan nasıl göründüğünün ve daha aklıma gelmeyen binbir çeşit materyalin esiri olmuş durumdayken ve kaybedecek şeyinin çok olduğunu düşünüyorken, inancı eksik ve hayata ve dine dair bilgisi az iken, her gün gülüp eğlenmek ve zevk-sefa içinde yaşamaya çalışırken; bizim için o günlerde vatanı böyle savunan, en medeni denen ülkelere insanlık dersi vermiş, savaştayken bile düşmanına yardım edebilme büyüklüğü göstermiş olan atalarımıza layık olabilmek için ne kadar çalışırsak çalışalım onlarla aramızdaki farkı kapatamayız. Dış görünüşe bu kadar önem verip de kalbimizi ve beynimizi boş tutacağımıza, görünüşe fazla takılmayıp kalbi ve aklı bilgi ve imanla dolu bir nesil olmaya çalışırsak, ekranlar karşısında boş oturup saatler harcayacağımıza kitaplar okuyup birikim sahibi olmaya çalışırsak belki de küçük bir adım atabiliriz.