Türk- Amerikan İttifakı’nda Sorun Ne: Güvenlik Meseleleri

Day 3,771, 20:57 Published in Turkey Philippines by uyanneo

Öncelikle, yazının konusu gerçek hayattaki Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki güncel( 19.03.201😎güvenlik konusudur ve dolayısıyla eRepublik ile bir ilgisi yoktur.

Görev için yorum yapabilirseniz, sevinirim. 🙂

Bir önceki makalede yazdığım rehberi devam ettirecek vaktim olmadı, bunu hazırlamam gerekti ve bir yazıya daha devam etmekteyim hala. Ben de en azından ilgili olan kimselerin fikirlerine açayım dedim yazıyı.

Kaynaklara ve yazının aslında şuradan erişebilirsiniz: Aslı İngilizce'dir, sonradan Türkçe'ye çevirdim. İkisi de bana aittir.

This is an article about contemporary Turkish- American security policies and problems. Click here for full version of article in English.

Okumaktan sıkılanlar için de şunu bırakayım;



Giriş

Türk- Amerikan İlişkilerini anlayabilmemiz ve aralarında bir kıyaslama yapabilmemiz için öncelikle birtakım kavram ve konuları açıklığa kavuşturmamız gerekmektedir. Diğer her devlet için olduğu gibi, Türkiye’ye ve Türk- Amerikan ikili ilişkilerine özgü bazı durumlar söz konusudur. Türkiye’nin mevcut güvenlik politikası ve siyaset yapıcıları açısından çekinceyle karşılanan konuların bir kısmı şu şekildedir:

- Arap Baharı Hareketi’nin Orta Doğu’da Oluşturduğu İstikrarsızlık
- Terörist PKK Örgütünün Bölgede Genişleyen Etkisi
- 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü

Bu üç önemli mesele, Türk Dış Politikasına büyük etkilerde bulunurken aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’ni de ana aktör olarak barındırmakta.

Sayılan üçüncü meselenin, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün, diğerlerine nispeten daha iç politik bir tehdit unsuru olarak algılanmasına karşın, teşebbüsten sorumlu Fethullahcı Terör Örgütü elebaşının 1999 yılından bu yana Amerika Birleşik Devletleri topraklarından Pennsylvania’da yaşaması sebebiyle mesele daha karmaşık bir hal alırken aynı zamanda ikili ilişkileri de derinden etkilemiştir. Bu sebepten ötürü, yalnızca bu paragraftan ibaret olmak üzere konu bu yazıya dahil edilmiştir.

Aynı zamanda yazının kısa bir özet amacı taşımasından ötürü ikili ilişkiler açısından da Türk Dış Politikası açısından da oldukça mühim olan birçok konu yalnızca ismen değinilmiş veya detaylıca açıklanmamıştır. Dolayısıyla konuya daha derinden vakıf olmak için farklı okumalar yapılması önerilir.


ABD’nin Güvenlik Politikası: Terrörizme Karşı Küresel Savaş

Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte Batı Bloğu devletlerinin ve dolayısıyla liberalism fikrinin zaferi ilan edilmiş ve uluslararası sistem daha sonraki dönemlerde Amerika Birleşik Devletlerince yön verilen tek kutuplu bir sistem haline bürünmüştür. Batı Bloğu içerisinde Avrupa, Güney Doğu Asya vb. bölgelerden birçok farklı devletin bulunmasına rağmen, özellikle Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerinde Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle oluşan boşluk, Amerika Birleşik Devletleri tarafından doldurulmaya çalışılmış ve müttefik devletler kazanılan zafer sonrasında elde edilecek olan mükafata planlarda pek dahil edilmemiştir. Yine bahsi geçen iki bölgede bu yalnızcı planlar kısmi başarılar da sergilemiştir. Ancak ABD’nin bir nevi “ dışlayıcı” olarak adlandırabileceğimiz bu politikası, dünya genelinde bir anti-Amerikan kamuoyu oluşturmuş, özellikle Irak Savaşı sebebiyle anti-Amerikan görüşler Türkiye genelinde oldukça kuvvetlenmiştir.

ABD’nin terörizme karşı ilan ettiği küresel savaş çerçevesinde “ Serseri Devlet” olarak adlandırılan ve operasyonlara tabi tutulan devletlerin neredeyse tamamı halkının önemli bir çoğunluğunda Müslümanların yer aldığı devletlerden oluşmaktadı. Dolayısıyla birnevi Samuel Huntington’ın da belirttiği gibi ilan edilen savaş Batı Medeniyeti ile Batılı Olmayan Medeniyetler arasındaydı denilebilir. Huntington, Türkiye’yi Batılı Olmayan Medeniyetler’den kopmuş ve Batılılaşan bir devlet olarak tanımlasa da, ABD ile çoğunluğu Müslüman halk tarafından oluşan devletler arasındaki savaş Türk kamuoyunu oldukça etkilemiştir. 1 Mart 2003 tarihinde TBMM, Türkiye topraklarının ve hava sahasının ABD kuvvetleri tarafından kullanımına izin veren tezkereyi reddetmiştir. Bu red ile birlikte, iki ülkenin askeri ve siyasi kesimleri arasında uyuşmazlıklar baş göstermiştir. 4 Temmuz 2003 senesinde 11 Türk Silahlı Kuvvetleri personeli ABD kuvvetleri tarafından ele geçirilmiş ve kafalarına çuval geçirilmek suretiyle taşınarak, ABD üsslerinde sorgulanmışlardır. Türk kamuoyu ve yetkililerince aşağılayıcı olan bu hareket, ABD’nin Bağımsızlık İlanı’nın yıl dönümü olan 4 Temmuz tarihinde yapılması ve gün itibariyle İslamiyet açısından önemli olan cuma günü yapılması dolayısıyla toplumlar arasında aynı zamanda sembolik bir etki de oluşturmuştur. Hali hazırda dışlayıcı politikalar sebebiyle oluşan Amerikan karşıtı fikirler, bu hadiselerle birlikte iyice zirveye tırmanmış ve ikili ilişkiler oldukça derin bir şekilde sarsılmıştır. Bu sorunların etkisiyle birlikte, ABD’nin de terör örgütü olarak tanımladığı PKK’ya karşı Kuzey Irak topraklarında sergilediği tutum ve 1915 Ermeni Sevk ve İskanı’na ilişkin ABD Kongresi’nin göstermiş olduğu tutum ikili ilişkilerin diğer olumsuz etkilerinden birkısmıdır.

Bir diğer yandan, Türkiye 20. yüzyılın ikinci yarısından başlamak suretiyle hala kendisini ABD ve NATO’nun hayati öneme sahip bir müttefiği olarak tanımlamatadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin liberal ve seküler bir temel yapıya sahip olması neticesinde aynı zamanda Orta Doğu devletleri için örnek batı devleti rolünü de elinde tutmaktadır. NATO üyeliği, Marşal Yardımları’nın ve Truman Doktrini’nin bir parçası olmak suretiyle alınan ekonomik, askeri yardımlar ve 2001 krizi sonrasında yapılan ekonomik istişareler, ikili ilişkilerde ilerleme sağlanılan noktalar olmakla birlikte Türk kamuoyunda Amerika fikrinin tekrar müttefik bir görüntüde inşa edilmesine hizmet etmiştir.

Ancak güncel durum içerisinde, ikili ilişkiler önceki durumlardan daha karmaşık ve derin hasarlar almış vaziyettedir. “ Arkadan Yönetme” doktrini ile birlikte ABD güçlerinin doğrudan askeri harekatta bulunmasından ziyade bölgede PYD/YPG terör örgütünü DAEŞ terör örgünüte karşı 2014 yılında müteffik elde etmeleriyle birlikte ve Ayn-el Arap şehrinin kuşatılması ardından mevcut durum baş göstermiştir. ABD’nin bölgesel müttefik olarak Türkiye ile ilişkilerini derinleştirerek daha ileriye götürmek ve ortaklaşa hareket etmekten ziyade PKK terör örgütünün Suriye yapılanması olan PYD/YPG terör örgütünü( Türkiye ve Amerika tarafından terörist olaran tanımlanmaktadır. ) müttefik tanıması aynı zamanda mevcut ayrılığın en önemli sebeplerinden biridir. Güvenlik sorunları sebebiyle Türkiye’nin bölgede kuvvetlendirilecek PYD terör örgütüne oldukça çekinceyle bakmasına rağmen, DAEŞ terör örgütüne karşı verilen savaşta Türkiye, Kuzey Irak peşmergeleri için kendi toprakları içerisinde, PYD terör örgütüne DAEŞ ile Ayn-el Arap şehrinde mücadelesinde yardım etmek üzere bir geçiş koridoru tesis etmiştir. DAEŞ terör örgüt bölgenin neredeyse tamamında mağlubiyete uğratılmasının ardından, Türkiye Cumhuriyeti’nin neredeyse Suriye sınırının tamamını kaplayacak şekilde bir PYD hakimiyeti söz konusu olmaktaydı ve doğal olarak bu güvenlik politikasına ilişkin bir takım tehdit algılamalarını ortaya çıkartmaktaydı.


Türkiye’nin Güvenlik Politikaları: Terörist PKK Örgütü ve Orta Doğu’da İstikrarı Sağlamak Üzerine Girişimler

PYD terör örgütünün kontrolü altındaki bölgeleri genişletmesi ve hala bölgede mevcut olan DAEŞ terör örgütüne karşı, tehdit algılamalarının bir sonucu olarak 24 Ağustos 2016 yılında Özgür Suriye Ordusu’nun da desteği ile Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Fırat Kalkanı Operasyonu başlatılmıştır. Azaz, Cerablus ve El-Bab şehirlerinin köşeleri oluşturacağı şekilde harita üzerinde üçgen olan bir alan Türk Ordusu ve desteklenen Özgür Suriye Ordusu tarafından terör unsurlarından arındırılmış, harekat 29 Mart 2017'de sona ermiştir. ABD’nin DAEŞ terör örgütüne karşı olarak hala PYD terör örgütüne olan desteği devam ederken, Türkiye açısından konu “ Suriye’deki savaş halinin kullanılarak Suriye topraklarında bir terör devleti inşa edilmesi” olarak değerlendirilmiştir.

Bu süreç esnasında Türk- Amerikan ilişkilerinin hala mevcut olan tekrardan iyileştirilebilme ihtimaline rağmen ABD tarafından Sınır Güvenlik Güçleri adı altında Suriye Demokratik Güçleri( Çoğunluğunu PYD örgütünün oluşturduğu) kullanılarak bir ordu kurma girişimi, mevcut “ kilitlenmiş” ilişkilerin ve aynı zamanda Zeytin Dalı Operasyonu’nun önemli sebeplerindendir. Suriye Demokratik Güçleri’nin ve PYD’nin kimliklendirilmesi neticesinde kurulacak olası bir Sınır Güvenlik Ordusu oluşumunun da bir terör ordusu olarak tanımlanacağı, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından belirtilmiştir. Türk siyaset yapıcıları meseleye dair, bu girişimden geri dönülmesini ve SDG ile PYD’yi kapsayan tüm ortak hareketlere bir an önce son verilmesini beklediklerini şu şekilde dile getirdiler; “ Kısa bir süre içerisinde, Suriye’de bulunan tüm terör unsurlarını Afrin ve Menbiç bölgelerinden başlayarak teker teker yok edeceğiz.”

Bahsedilen ordu kurma girişilmleri 13 Ocak 2018 tarihine ABD tarafından yönlendirilen koalisyon güçlerince onaylandı ve bu onayın neredeyse 1 ay sonrasında, hala devam etmekte olan, Zeytin Dalı Operasyonu 20 Şubat 2018 tarihinde, Fırat Kalkanı Operasyonu ile arındırılan bölgelerin batısında kalan toprakları ve özellikle Afrin şehrini terör unsurlarından geri ele geçirmek maksadıyla başlatıldı. Operasyon neticesinde dün itibariyle ( 18.03.201😎 Afrin şehir merkezinin ele geçirilmiş, bir sonraki hedef Menbiç olmak üzere devam etmektedir. Ay sonunda görevini bırakacak olan Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ile yapılacak olan dışişleri bakanları nezdindeki Türk- Amerikan görüşmesine ilişkin Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu: “Menbiç ve Fırat’ın doğusundaki kentlerin istikrara kavuşturulması yönünde mutabık kaldıklarını” söyledi.


NATO İttifakı: Türkiye ve Amerika İkili İlişkileri

Bölgesel çıkar ve tehdit algılamarına ilişkin yorumlamaların farklılığı sebebiyle ikili ilişkilerde birtakım sorunlar tezahür ederken, kötü durumdaki ilişkilerin bir diğer sebebi de Türkiye ile Rusya arasında 29 Aralık 2017 tarihinde yapılan S400 Hava Savunma Sistemi Antlaşması’dır. Antlaşmanın değeri yaklaşık olarak 3 milyar dolar olmakla beraber, 2016 yılının nisan ayında görüşmelere başlanmış ve 2 sistem ile 2'si Türkiye topraklarında üretilecek olan 4 batarya üzerine anlaşma sağlanmıştır. Bunun yanısıra Türkiye için Rus sistemlerini diğer NATO üyesi devletlerin sistemlerine tercih etmesi için farklı sebepler de bulunmaktadır;

Giderek istikrarsızlaşan Suriye topraklarından ve devam eden Suriye İç Savaşı’ndan ötürü ortaya çıkan güvenlik sorunları;
400 kilometreye kadar çıkan menzilinin yanısıra en etkili ve en ucuz hava savunma sistemlerinden biri olması;
Güvenlik antlaşmalarında çok taraflı bir seyrin tercih edilmesi;
ABD’ye karşı giderek azalan güven( Örneğin; 2006 yılında ABD’nin Türkiye’ye daha önceden satın alınmış olan bir helikopterin sistem kodlarını teslim etmemesi ve helikopterin güvenlik operasyonunda kullanılamaması. ) ;
Söz konusu örnek sebebiyle Türkiye’nin “ Nasıl olduğunu öğrenme” politikasına eğilmesi;
Ve son olarak, bu antlaşma gerileyen ilişkilerin bir sonucu olmakla beraber aynı zamanda Türkiye’nin daha iyi ilişkiler yaratılmasının gerekliliğine dair bir mesajı niteliğini de taşımaktadır;

NATO sistemleri ile uyumlu çalıştırılamaması sebebiyle ve Rusya’nın olası meydan okuyucu rolü dolayısıyla, ABD ve NATO, bahsolunan antlaşmaya ilişkin olarak çekincelerini ve yaptırımlar gibi olası sonuçlar doğurabileceğine dair ‘ uyarılarını’ açıkladı. Ancak Türkiye’nin bu uyarıları tehdit etme şeklinde yorumlaması dolayısıyla, özellikle ABD tarafından yapılan açıklama sebebiyle ikili ilişkilerde tekrardan gerilmeler ortaya çıktı. Yanıt olarak Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu; “ Türkiye’yi yaptırımlarla cezalandırmak isterlerse Rusya ya da diğer ülkelerden farklı tepki veririz. Yanıt veririz. Bizi tehdit etmesinler. ’’ şeklinde açıklamada bulundu.


Sonuç

Türk- Amerikan ilişkilerinde ortak bakış açıları ve güvenlik politikalarının arkaplanı neredeyse 70 yıllık bir geçmişe dayanmakta. Türk- Amerikan ittifakı, NATO’nun en önemli hedeflerinden birisi olarak derin ve karşılıklı çıkar sağlanılan ilişkiler oluşturma hedefinin en önemli örneklerinden biri olmakla beraber diğer NATO devletleri açısından olası kuvvetli ikili ilişkiler açısından da bir model niteliğindedir.

Türkiye’deki 2002 seçimlerinin ardından, yukarıda bahsedilen Çuval Olayı ve 1 Mart Tezkeresi’ne rağmen ilişkiler ilerletilmeye ve güçlendirilmeye çalışılmıştır.

Ancak Orta Doğu üzerine farklı yorumlama ve tehdit algılamaları ile çıkarlar dolayısıyla ortaya çıkan güncel anlaşmazlıklar ve zayıflayan ilişkilerin hem bir sebep hem de sonucu olarak ortaya çıkan diğer ilişkin sorunlar, ikili ittifak açısından belki de en zayıf dönemleri oluşturmaktadır. Devam eden diplomatik görüşmeler ve basın açıklamaları neticesinde, ilişkiler daha karanlık bir geleceğe doğru sürüklenmeden sorunların çözülmesi elbette mümkündür.