Mülkiyete Dair

Day 2,498, 13:44 Published in Turkey Cyprus by tortilvany
Bu biraz karalama gibi, deneme gibi 😃 Aslında çok daha uzun olabilirdi, hatta sonu gelmeyebilirdi. Manas destanı gibi.
Neyse eklemeleri siz yapın, bekliyorum.
Keyifli okumalar...


1- Her şey kültürün ürünüdür ve kültür tüm insanlığın ve tarihin ürünüdür. O halde tek kişiye ait olması olanaksız olan kültür ve tarihle bağları kopamayacak olan mülkiyet üzerindeki şahsi tahakküm fikri nasıl savunulabilir?

2- Doğa sahipsizdir. Toprağın, madenlerin, taş ve betonların birilerine ait olabileceği nasıl iddia edilebilir?

3- Ekonomik 'liberalizmin' temeli çürüktür. Liberalizm, patronlar için özgürlük, işçiler için kölelik anlamına gelmektedir. Aslında özgürlük köle sahibi olmak olarak tanımlanamayacağı için liberalizm patronlar için de özgürlük olarak tanımlanamaz. İşçi ve patronların çıkarları zıt olduğuna göre ikisi için de özgürlük söz konusu olamaz; birini özgür bırakan diğerini olumsuzlayacaktır. Sermaye, emeği sınıflaştırıp 'ücretli emek' haline getirerek, yani geniş emekçi yığınlarını tahakküm ederek kendini vareder. Bu durum, sadistik karakter yapısındaki bireylerin varolmak için mazoşistlere ihtiyaç duymasını andırır. Bunlar sağlıklı ilişkilenme biçimleri değildir. Varoluşu engellenenen kitlelerin özgür olduğu iddia edilemez.

4- 'Liberalizm', toplumdan ve diğerleriyle ilişkilerinden yalıtık biçimde, tek başına da değerli olan bir birey tahayyülü üzerinden hareket eder. Oysa bu varsayım baştan sona hayali ve temelsizdir. İnsan sosyal bir varlıktır ve en 'nitelikli' insanı dahi tek başına bir adaya bıraksanız zaman geçtikçe hayvanlaşır. İnsanın tek başına bir değeri yoktur. Herkes ancak diğerleriyle olan ilişkileri içerisinde, miras aldığı kültürel-tarihsel birikimden faydalanarak kendini varedebilir. O halde bireyi toplumun üzerinde veya önünde tutan yaklaşım yanlıştır. Bireycilik fikri, bireyi diğer her şeyden soyutladığı ölçüde absürdleşir. Burada esas mesele, bireyin toplumla ilişkisinde taraflardan birinin mağdur olmamasını gözetmektir. Birey, diğerleriyle ilişkilerinde sadistik bir yönelimle tahakküm etmeye mi yöneliyor yoksa dayanışmacı bir ilişkide kudretleniyor mu? Bireyi önde tutan 'liberalizm' bireyi hesapsızca yöceltmekte ve sömürünün önünü açmaktadır. Bu noktada, bireysel özgürlük ile bireyciliği, bencilliği karıştırmakta, biz olmadan ben olmaya çalışmaktadır. Liberalizm, toplumu bencil bireylerin sözleşmesi fikri üzerinden açıklamaya kalkarak bireyi yalnızlaştırılmasına tuz biber olmuştur. Yalnızlaştırılan herkes psikolojik olarak hastalanır. Psikolojik hastalıkların kapitalist toplumda adeta patlama yapması tesadüf müdür?

5- Her tahakküm biçimi gibi liberalizm de kendini dolayımlar ve aşkınlaştırmalar üzerinden sürdürür. Parlamento ve temsiliyet dolayımı, toplumsal yaşamı 'ekonomik alan' ve 'siyasal alan' olarak bölmüştür. Temsiliyet dolayımı vasıtasıyla liberalizm egemenliği millete verdiği an ondan geri alıp vekillere verir. Egemenlik halkın değil vekillerindir. Vekiller egemen sınıfın çıkarlarının temsilcisi olduğu için de sistemin bekası gözetilmeye devam edilecektir. Koyun gibi görülen kitleler ise sandıkta kurt ile aslan arasında seçim yapıp kendilerini özgür sanmaya devam edecektir. Sistem böyle işler. Oysa hakiki özgürlük, dolayım ilişkilerini aşıp hayatın yönetimine doğrudan müdahil olmaktadır.

6- Liberallerin, şahsi mülkiyetin özgürlüğün temelini oluşturduğu yönüneki iddaları bir bakıma doğrudur. Fakat bu doğru, bir itirafı da barındırmaktadır. Şahsi mülkiyet özgürlükse, buna sahip olmayanların özgür olmadığı itiraf ediliyor demektir. Özgürlüksüz yığınların özgürlükten pay istemesi ve mülkiyeti toplumsallaştırmaya çalışması da gayet makuldur. Özgürlüğün temeli mülkiyet ise ve herkes özgür olmalı ise o halde mülkiyet toplumsallaşmalıdır.

Madem bu kadar değindim özgürlüğe, Marx'ın şu cümlesini de vereyim ve bitireyim.
"Bir kimsenin özgür olarak gelişmesi, herkesin özgür olarak gelişmesinin şartıdır."