EN APTAL, ALKOLİK VE AYLAK KAHRAMAN

Day 2,557, 05:14 Published in Turkey Greece by Travis B


Birkaç gün önce bir çocuk annesi tarafından azarlandı. Babasını henüz hiç tanımamış Octavio, okuldan gelir gelmez odasına girdi ve koltuk değneklerini yere fırlattı. Annesinin yeni aldığı sarı tişörtü çevirip arkasına hızla bir şeyler karalamaya başladı ufaklık. Akşamları hastabakıcılık yapan anne Tania, evden çıkmak üzere hazırlanmıştı ve 13 yaşındaki oğluna ödevlerini yapmasını söylemek için odasına girecekti birazdan. Ve Tania birazdan odaya daldığında Octavio'yu suçüstü yakalayacaktı. ''Mane mi! O tişörtü sana yeni almıştım ben! Mane!'' Çaresiz Octavio, hem mecburiyetten hem de gururla, genç anneye kahramanını anlatmaya başladı...

APTAL!

Küçük bir tekstil kasabası olan Pau Grande'nin yoksul sokaklarının tozu, ekim rüzgarlarıyla birlikte işçilerden dökülen kumaş parçalarına karışıyordu. Bir forma satın alma şansı olmayan çocuklar, renkli kalemlerle sevdikleri futbolcuların isimlerini yazmıştı giydikleri atlete. Yalnız Rio de Janeiro'daki bu kasabanın ya da yalnız Brezilya'nın değil bütün Güney Amerika'nın yoksul hayata karşı çektiği bayrak, üstüne birtakım numaralar ve futbolcu isimleri karalanmış o yırtık atletlerdi. Ötmeye başlayan fabrika düdükleri, bir gün, diğerlerinden daha özel bir vakti takvime mühürleyiverdi; 28 Ekim 1933. Toz ve kumaş kokuları birbirine girerken, fakirliğin yanına ve hatta üstüne neşeyi koyabilen Brezilya halkı bir yeni çocuğa açmıştı bağrını; Manuel Francisco dos Santos. Fakat bir şartla kabul ediyordu Pau Grande onu; hiçbir zaman atlet olamayacak, sırtındaki atlette de asla bir futbolcunun adı yazmayacak. Çünkü hayli yoksul bir ailenin ellerinde doğan bu bebek, çocuk felcini büyük hasarla atlatıp hayatta kalacak. Çünkü bu çocuğun omurgası S çiziyor, sağ dizi yanlış bir parantez gibi içeri bükük ve sol bacağı diğerinden 6 santim kısa. Bu çocuğun yürümesi, mantıklı bir cümle kurması, 2 kere 2'nin kaç ettiğini bulması ve hayatta kalması zor. Ekim rüzgarı bu bebeğin üstüne eserken, Pau Grande'nin emirleri Manuel Francisco için can sıkıcıydı. Çünkü o yoksul, fakir, topal, omurgası bozuk, dizi yamuk ve arkadaşlarının ona ileride takacağı ''Mane'' lakabını hak eden bir çocuktu. Hem Manuel'in kısaltması, hem aptal kelimesinin karşılığı; Mane.




Öfkesi dinmemiş Tania, önce saatine sonra da duraksayan Octavio'ya gözlerini dikip, sonradan üzüleceği şu cümleyi kurdu; ''Kendine benzer birini bulmuşsun oğlum, aferin!'' Çocuksa, elindeki eski tişört yeni formadan başını kaldırmayıp devam etti anlatmaya...



Mane'ye kız kardeşi Rosa da bir lakap takmıştı ama; Küçükkuş. Tahmin edeceğin gibi kendini futbol oynamaya hiç zorlamadı Küçükkuş. 14-15 yaşlarında tekstil fabrikasında çalışmaya başladı diğerleri gibi. Fabrikanın düdükleri bu kez onun için ötüyor; doğduğu günün rüzgarı artık onun üstündeki iplik parçalarını savuruyordu. Tembeldi; ne çalışmayı ne de futbolu seven, sırf öylece durup ötmek isteyen bir Küçükkuş. Yapmak istediği tek şey aylaklıktı fakat buna izin veren yoktu Pau Grande'de. Zorla çalışıyor ve fabrikanın futbol takımında deyim yerindeyse ''öylesine'' top oynuyordu. Öylesine kelimesi Küçükkuş için yerindeydi fakat ötekiler öyle düşünmüyor, sırf kendine has futbol tarzı yüzünden ona ihtiyaç duyuyor ve işten çıkartamıyordu. Gamsız Mane, 19 yaşına kadar hiçbir kulüpte top oynamadı zaten; fabrikadan kurtuluş umuduyla kapısını çaldığı takımlar ona hep deplasman kaldı. Kimse kabul etmiyordu onu, çünkü hem aptal hem azimden yoksun hem de sakat bir adamdı. Bir takımın seçmelerine giderken ayakkabılarını evde unutuyor, bir başka takımın seçmelerini ise son treni kaçırmamak için yarıda bırakıp dönüyordu. Ama Küçükkuş, hayranlık duyduğu eski bir futbolcunun kulübünü denemek istedi son kez; ilk defa hırs ve hayal sahibiydi belki de. Botafago seçmelerine çıktı ve o dönemin milli sağ beki Nilton Santos'u ilk kez bacakarası yapıp geçen adam oldu. O hareket ve o günden sonra da hızla değişti her şey; insanların gözünde Pele'den daha üstün bir adamdı artık. 58 ve 62'de Brezilya'ya kazandırdığı 2 Dünya Kupası, Pele'nin sakatlığında takımı sırtlayışı, sahada iç içe iki parantez gibi duran garip bacaklarıyla rakibi dönüp dönüp tekrar çalımlaması, attığı her çalımla tribünlerin ''ole!'' diye inlemesi, hayal gücü, tekniği, golleri, ilham vericiliği ve neşesi... Lakapları değişiyordu artık; şair Vinicius de Moraes ''yamuk bacaklı melek'' diyor, Brezilya onu ''halkın neşesi'' diye çağırıyor, okuma yazması olmadığından her kontratında kazıklanan ve yoksul hayat tarzını hiç değiştirmeyen Küçükkuş'un bir diğer adı da Futbolun Chaplin'i oluyordu. Ve 1973'te onun için düzenlenen bir özel maçta Fifa Dünya Karması, Brezilya'yla karşılaşırken Maracana'nın tribünlerinde 131.000 kişi vardı. ''Aptal Küçükkuş'' diyorlardı ona, yani Mane Garrincha. Kısaca Pele profesyonel, Garrincha amatör bir ruhtu.



Tania, yerdeki koltuk değneklerinden gözlerini ayırıp montunu düzeltti. Gerçek ama imkansız görülen bir masalın dinleyicisi gibi dudak büküp sakince ''peki Mane Octavio, ben çıkıyorum'' dedi.



Garrincha'nın alkol ve aşk düşkünlüğünü, 2 kez evlendiğini, evlilik dışı olanlarla birlikte 14 çocuğu olduğunu, defalarca araba kazası yapıp bir keresinde kayınvalidesinin ölümüne sebep olduğunu,o ölümden sonra intiharı denediğini söylemedi annesine Octavio. Alkol bağımlısı Garrincha'nın 1983'te sirozdan öldüğünü, destansı uğurlanışını, Pau Grande sokaklarında cenazesi taşınırken bir pankartta yazan ''Herkese gülmeyi öğrettin, oysa şimde herkes senin için ağlıyor'' cümlesini de söylemedi. Fakat Octavio yemin etti; bir gün kendisi de kuşlarla konuşmayı başardığında Garrincha'nın mezar taşındaki şu yazıyı gösterecekti annesine; ''o çok tatlı bir çocuktu ve kuşlarla konuşurdu.''



Koç, Kaan. ''En Aptal, Alkolik ve Aylak Kahraman''. OT 17(Temmuz 2014)