ATATÜRK'ÜN ÇOCUK SEVGİSİ

Day 2,492, 11:02 Published in Turkey Cyprus by zebah zebah jr

Mutsuz bir evlilik... Bu da yetmezmiş gibi çocuk sahibi olamamak... Oysa o çocukları o kadar çok seviyordu ki!...
"-Bir çocuğum olsa idi, büyük sevinç duyacaktım. Milletime, benden sonra benim soyumdan, bana benzer bir çocuk bırakmayı çok isterdim. Profesör, bunun çıkar yolu yok mudur?"
Prof. Dr. Neşet Ömer'in (İrdelp) Atatürk'ün bu sorusuna verecek bir yanıtı yoktu.
Bir çocuk sahibi olamamak hep bir sızıydı yüreğinde. Bu acısını hiç gizlenmeyecekti de. Bir baloda Asaf İlbay, on altı yaşındaki kızını Atatürk'le tanıştırdığında yine nasıl da açığa vurmuştu bu acısını:
"-Asaf ile bir mahallenin çocuğuyuz. Belki aynı yaştayız da. Demek ben de vaktiyle evlenmiş olsaydım, on altı yaşında bir çocuğum olacaktı!..."
Gözleri yaşarmıştı.
Ama Asaf İlbay'in eşi atılacaktı hemen:
"-Paşam, bütün millet sizin çocuklarınızdır."
"-Doğru, işte ben de bununla avunuyorum..."
Yaşamının bir gerçeği de bu olacaktı hep: Başkalarının çocuklarını sevmek, okşamak, kendi çocuğuymuşçasına bağrına basmak... Böylece avutacaktı kendini.
"-Belki benim çocuğum olmadığında bir gizli neden vardır. Çok sevdiğim bir tayımın ölümünden o kadar duygulanmıştım ki, günlerce acısını unutamadım, yemek yiyemedim. Ya çocuğumu kaybetmiş olsaydım, ne olurdum bilemem..."
Kendi çocuğu olmaması karşısında, olsaydı ama onu kaybetseydim bu acıya dayanamazdım, iyi ki olmadı, diyecek kadar çocuk sevgisi ile dopdoluydu.
Bu duygular içinde, gittiği her yerde gördüğü, karşılaştığı çocukları sevecek, kollayıp gözetecek, olanakları bulunmayanları alıp okutacak, çevresinden, evinden çocukları hiç eksik etmeyecekti.
"-Öpeyim mi?"
Atatürk, bu soruyu bir düğünden ayrılırken gördüğü yedi sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun anne ve babasına soruyor, kızı öpebilmek için onlardan izin istiyordu.
Çocuğu iki eliyle kaldıracak, öpecek ve usulca yere bırakacaktı. Ama çocuk karşılıksız bırakmak istemeyecekti bu sevgiyi:
"-Ben de öpeyim, ne olursunuz Atatürk, ben de sizi öpeyim!"
Çocuğu yeniden kucaklayan Atatürk'ün gözleri nemli...
Bir akşam da İstanbul'da Park Otel'de müşteriler arasında bulunan bir subayın dokuz on yaşlarında oğlu gözlerini dikmiş hep Atatürk'e bakıyor. Atatürk'ün dikkatini çekecek bu dirençli bakışlar. Çağıracak çocuğu yanına:
"-Büyüyünce ne olacaksın?"
"-Atatürk olacağım!"
Bu sözün ödülü, Atatürk'ün yelek cebinden çıkarıp verdiği platin saat...
"-Büyüyünce kullanırsın."
Bu, 15 Mayıs 1922'de, düşmanın yaptığı zulmü dile getiren şiiri okuyan altı yaşındaki Gültekin'e cebinden çıkarıp verdiği altın saatten bu yana çocuklara armağan ettiği kaçıncı saat acaba?
Ama onun çocuklara asıl armağanı, onları alıp okutmak olacak. Bursa'nın Demirtaş köyünden İbrahim bunlardan biri. Atatürk, 4 Ocak 1931'de Bursa'ya geldiğinde İbrahim kalabalığı yarmaya çalışarak bağıracak:
"-Gazi Baba, dur!..."
Seslenen, üstü başı nerdeyse çullar içinde, yoksul bir köylü çocuğu...
"-... dur, sana diyeceğim var!..."
Atatürk bu. Bir çocuk ona seslenir de dinlemez olur mu?
"-Beni burada bırakma. Memlekette mektep yok. Nereye başvurdumsa almadılar. Sen benim babamsın. Sana evlât olayım."
İbrahim artık Gazi Babası'nın korumasında ve okullu...
Mustafa ise Yalova'nın bir köyünden. Atatürk, Baltacı Çiftliği'nin oralarda atla gezintiye çıktığı bir gün rastlayacaktı ona. Sığırtmaçlık yapıyordu. Beti benzi sapsarı, sıska ve sıtmadan karnı şiş.
Atatürk, duracak ve Mustafa'ya yol soracak, bu arada biraz da konuşacak, durumunu soruşturacak. 10 lira verecek Mustafa'ya, ama o almayacak. Büyük para. Ama bu parayı hak edecek bir şey yapmış değildi ki... Atatürk üsteleyince parayı bu kere alacak ama karşılığında kuşağının içinden çıkardığı birkaç cevizi verecek.
Mustafa da artık Atatürk'ün koruması altında. Ama önce hastahaneye yatırılması gerekiyor. Çünkü adamakıllı hasta.
Mustafa hastahanede yattığı sırada Atatürk ziyaret edecek onu.
Mustafa, Kuleli Askerî Lisesi öğrencisi, arkasından Harp Okulu, Türk ordusunda subay
Mustafa, 1938 yılının Kasım'ında Dolmabahçe Sarayı'nda Atatürk'ün katafalka konulmuş naşı önünde sırtında üniforması ile selâm duracak.