[TURAN] 3 MAYIS TÜRKÇÜLÜK GÜNÜ

Day 3,087, 01:00 Published in Turkey Pakistan by bagaytug


3 MAYIS
Türkçülük Günümüz kutlu olsun.

Bugün Turan'ımızın kuruluş yıldönümü, 2 yılı geride bıraktık. 3 Mayıs 2014'te bu yola çıktığımız kardeşliğimiz büyüyor. Birimizi tanıyan kardeşimiz, dizilmiş inci tanelerini bulur gibi hepimizi kol kola buluyor, kardeşimiz oluyor.

Bugün hem Türkçülük Bayramımız, hem Türk milliyetçilerinin, Türk milletinin varlık davasında çektikleri acıların, elemin 1944'te tabutluklardaki işkencenin gözyaşının hatırlanma günüdür.



Aşağıdaki "3 Mayıs Türkçülük Günü'nün Tarihi"ni kararlılıkla, acıyla, mücadeleyle dolu günlerini bilenler bir kez daha okusun ve hatırlasın. Bilmeyenler de, bugün "Türk Milliyetçiliği" diyebiliyorsak, bunun bedelinin nasıl ödendiğini öğrensin.



3 Mayıs 1944 Türkçülük - Turancılık davasına gelinceye kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluş ülküsüne bağlı Türkçülük anlayışıyla var olan bir devlet görüntüsü içerisindedir. Zira dönemin Başbakanlarından Şükrü Saraçoğlu, 4 Ağustos 1942 tarihinde mecliste yaptığı bir konuşmasında “Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız.” diyerek en yetkili ağızdan devletin felsefesini ortaya koymuştur. Yine o dönemde Asker ve sivil yatılı okullara alınan öğrenciler arasında aranan ilk şartın Türk olunması, yine dönemin ders kitaplarında Türkçülükle ilgili atıfların yer alması, ders kitaplarında öğrencilere Türk Birliğinin bir gün muhakkak hakikat olacağı yönünde telkinlerde bulunulması, dönemin devlet felsefesinin anlaşılması bakımından oldukça önemlidir.

Hal böyle iken, Orhun dergisinin Başyazarı Merhum Hüseyin Nihal Atsız Bey, Başbakanın Türkçülüğe olan bağlılığına inancını korumakla birlikte, Milli Eğitim Bakanlığı görevinde bulunan Hasan Ali Yücel’in Türkçülükle bağdaşmayacak icraatları karşısında Başbakanı uyarmayı kendine bir vazife olarak seçmiş ve Hasan Ali Yücel’in Bakanlık görevinden azledilmesi yönünde bir irade ortaya koymuştur. Boğaziçi Lisesi Edebiyat Öğretmenliği görevini ifa eden, aynı zamanda şair ve yazar merhum Nihal Atsız, Orhun dergisinde Şükrü Saraçoğlu’na ithaf olunan iki mektup yayınlamıştır. Bu mektuplarında Atsız Bey Saraçoğlu’na özetle şunları söylemekteydi;“Memlekette açıktan açığa komünizm propagandası yapan dergiler çıkarılmaktadır. Bu dergiler Milli Eğitim Bakanlığının emri ile ve devlet parası ile satın alınarak bütün okullara dağıtılmaktadır. Sonra Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde, Devlet Konservatuarında ve daha birçok önemli mevkilerde memleketimizi komünistleştirmek isteyen bu uğurda çaba gösteren insanlar vardır.”

Nihal Atsız mektubunun bir başka bölümünde “Bursa ceza evinde hüküm giymiş bir solcu olarak bulunan Nazım Hikmet’e Milli Eğitim Bakanlığı Tarafından el altından paralar verilmektedir. Bir vatan haini olduğu bilinen Sabahattin Ali, Ankara’da Devlet Konservatuarında öğretmendir. Sanat adamı olarak yetiştirilecek gençler bu adamın tesir dairesi içerisine adeta zorla sokulmuş gibidirler.” diyerek Milli Eğitim Bakanının ihanet içerisinde olduğunu ve derhal görevden alınmasının icap ettiğini vurgulamıştır. “Ben Türkçüyüm, milliyetçiyim” diye meclis oturumlarında bağıran bir Başbakanın iktidarında Milli Eğitim Bakanlığı Vatan hainlerinin sığınağı haline gelmiş, komünistler devlet parasıyla beslenir olmuştu.

O tarihe kadar bir bakanın böylesine eleştirilmesi ve suçlanması görülmüş bir olay değildi. Zira başbakanı ve bakanları tenkit etmekte, takdir etmekte İnönü’ye ait bir imtiyazdı. Dolayısıyla Nihal Atsız’ın mektubu en başta İnönü’yü sarsmıştır. Hasan Ali Yücel, Cumhurbaşkanı İnönü’nün gözüne girmeyi başarmış bir şahsiyetti, bu mektuplar onu son derece telaşlandırdı.

1 Mart 1944 ve 1 Nisan 1944 tarihinde yayınlanan iki mektubun ardından kısa süren bir sessizlikten sonra, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali yücel ve Ulus gazetesi yazarlarından Falih Rıfkı Atay’ın teşvikleriyle, kendisine “vatan haini” dediği gerekçesiyle Atsız Bey, Sabahattin Ali tarafından mahkemeye verilir.

26 Nisan 1944’te Ankara’da başlayan ilk mahkeme, üniversite gençleri tarafından öylesine yoğun bir ilgi ile izlenir ki, bir söylentiye göre mahkeme heyeti bile içeriye pencerelerden girebilmiştir. Nihal Atsız Bey mahkeme heyetine; “Sabahattin Ali’den sorulsun, hıyanetini ispat edelim mi? Buna razı mı?” diye sorar, Sabahattin Ali bu sözler karşısında cevap veremeyip sessiz kalır. Mahkeme 3 Mayıs 1944 yılına ertelenir, aradan geçen kısa süre içerisinde birilerinin maskesi de gecikmeden düşecektir.3 Mayıs 1944 günü, komünizm karşısında eyleme geçen, vatan hainlerine karşı nefretlerini haykıran ve büyük bir yürüyüş gerçekleştiren Türk milliyetçilerine karşı, Cumhurbaşkanı İnönü’nün talimatıyla kolluk kuvvetleri çok sert müdahalede bulundular. 9 Mayıs’a ertelenen duruşmanın hemen ardından hiçbir yasal gerekçe olmaksızın Hüseyin Nihal Atsız Bey tutuklanmıştır. Atsız beyin kaldığı otel didik didik arandı ve bir saat kadar sonra İstanbul polisi kaldığı eve yaptığı baskında Atsız’a ait yayınlanmamış yazıları gazeteleri, mektupları her şeyi alınmıştı. Ülke genelinde Türk Milliyetçisi olan ve Hüseyin Nihal Atsız’la ilişkisi olan birçok kişi gözetim altına alındı. Gözaltına alınanlar arasında Prof. Dr Zeki Velidi Togan, Hasan Ferit Cansever, Fethi Tevetoğlu, Nurullah Barıman, Zeki Sofuoğlu, Fazıl Hisarcıklı, Alparslan Türkeş gibi isimler bulunmaktaydı. Bu tutuklamaların ardından Orhun dergisi de kapatılarak Türk Milliyetçiliği tam anlamıyla susturulmak istenmiştir.

Merhum Nihal Atsız Bey’in evinde yapılan armalarda, Alparslan Türkeş’in yazmış olduğu mektuplar ve yazılar ele geçirilmiş ve akabinde Başbuğ Türkeş, görev yapmakta olduğu Erdek’te bir askeri heyet tarafından gözaltına alınarak Sıkıyönetim Kumandanlığında bir hücreye konulmuştur. Türkeş’in evinde yapılan aramalarda 500 kitaba el konulmuş, arama yapan heyet, genç bir subayın bu kadar kıymetli kitaba sahip olmasını takdir etmiş, bununla beraber kitaplara geri iade edilmek suretiyle el koyduklarını ifade etmişler fakat kitaplar iade edilmemiştir. Turancılık Davası’nın sonunda Alparslan Türkeş, en fazla üzüldüğü şeylerden birisinin de kitaplarını geri alamaması olduğunu ifade etmiştir.

Daracık, pis, karanlık ve berbat bir yer olan hücrede günlerce sorgulanmayı bekleyen Alparslan Türkeş, hangi suçla ilgili olarak gözaltına alındığını soran dilekçesine bir cevap alamamıştır. Tutuklandıktan 4 ay sonra sorguya çekilen Başbuğ Türkeş, gizli cemiyet kurmak la suçlanmıştır. Hücre’nin sağlıksız şartlarında, aç ve susuz bırakılmanın da tesiriyle rahatsızlanan Alparslan Türkeş, bin bir zorlukla hastaneye sevk edilmiş ve sevk sırasında vatan hainlerine bile layık görülmeyen muamelelere maruz kalmıştır. Sevk evrakının üzerine “Dikkat!… Siyasi suçludur, Irkçı ve Turancıdır, başkaları ile temas ve konuşma yapması yasaktır” yazılmıştır. İlk başta hastaneye kabul edilmeyen Türkeş, durumun başhekime bildirilmesi ile tedavi edilmiştir. Başhekim Fikri Altan, Alparslan Türkeş’e “Oğlum, Türkçülük, Turancılık diye bir suç olamaz” diyerek destek olmuş ve üzülmemesi yönünde telkinde bulunmuştur. Alparslan Türkeş’le beraber gözaltına alınanların hepsine, günlerce aç bırakılmak, dövmek, başkaların dövülmesini seyrettirmek, şakaklarına tabanca dayayarak ölümle tehdit etmek, boş kâğıtlara yazı yazdırılarak üzerlerini keyfi doldurmak suretiyle işkence uygulanmıştır.

Dava da henüz tam bir netice alınamamış, yeterli bir tahkikat yapılmamışken Dönemin Cumhurbaşkanı İnönü, 19 Mayıs bayramından halka şu şekilde seslenmiştir; “Turancılar, Tük Milletini, bütün komşuları ile onarılmaz bir surette düşman yapmak için birer tılsım bulmuşlar. Bu kadar şuursuz ve densiz fesatçılara Türk milletinin mukadderatını kaptırmamak için Cumhuriyet rejimi bütün tedbirlerini kullanacaktır.” Böyle bir açıklama yapma gereği duyan İnönü, Başbakan Saraçoğlu’nun söylemleri ve Almanya ile yapılan gizli antlaşmaların içerikleri göz önüne alındığında hangi ruh haliyle bu ifadeleri kullanmıştır? Devletin kuruluş felsefesi olan Türk milliyetçiliği nasıl olurda suç olarak isnat edilebilmektedir?

İnönü ve yardakçılarının tesiriyle tutuklanan 23 Türk milliyetçisi, düzeni yıkmak için örgüt kurmakla suçlanmışlar, Savcı Kemal Alöç iddianamesinde şahısları vatan haini olarak ifade etmiştir. Bu iddia namenin hazırlanmasında İnönü ve Falih Rıfkı Atay’ın tesiri daha sonra Savcının itirafıyla anlaşılmıştır.

Tutuklanan Türk milliyetçileri “tabutluk” olarak adlandırılan ve tepelerinde 1500’lük ampullerin yandığı kırk santim genişliğinde, elli santim uzunluğunda ve iki buçuk metre yüksekliğinde beton oyukların içinde olmadık işkencelere maruz kalmışlardır. Bu işkenceler sebebiyle Türk Milliyetçisi ve Türk aydını Reha Oğuz Türkkan, bir gözünü kaybederek kurtulmuştur. Tutuklananların mahkemede verdikleri ifadeler saptırılmış ve söylenmeyen kelimeler zabıtlara geçirilmiştir. Tüm iftira, yalan, dolan ve hileye rağmen 3 Mayıs 1947 deki duruşmada Askeri Yargıtay’ın verdiği kararla Türk Milliyetçileri beraat etmişlerdir. Askeri Yargıtay 23 kişi aleyhine açılan Türkçülük- Turancılık davasını haksız ve adaletsiz bularak davayı bozmuş ve Türkiye’de baskı altında kalmadan, işinin ehli olan hâkimlerin olduğu da böylece kanıtlanmıştır.

Türkçülüğüyle gurur duyan Başbakan Saraçoğlu’nun Mecliste yaptığı konuşmalar ile başlayan, Nihal Atsız Bey’in Orhun dergisinde yayınlanan mektuplarıyla alevlenerek, aleyhte açılan dava sonucu 3 Mayıs 1944 yılında Türkçülerin yürüyüşüyle devam eden bu süreç, 3 Mayıs 1947 yılında Askeri Yargıtay’ın verdiği beraat kararıyla nihayete ermiştir. 3 Mayıs günü Cumhuriyet tarihinde Türk Milliyetçilerinin ilk kez ortaya koydukları bu irade, o günden sonra artarak devam etmiş, dernekleşme, partileşme safhaları hızla aşılmış ve bugün de tüm gücüyle yaşan bir siyasi irade olarak var olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında meydana gelen bu olayda Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesi, yaşam garantisi olan Türkçülük fikri, ne talihsizliktir ki dış politikada atılan yanlış adımlara kurban edilmek istenmiş fakat başarılamamıştır. Türk milliyetçiliğini karşısına alan güçler, adaleti de bu oyuna alet etmek istemişler fakat doğrunun yanında yenilmişlerdir.

Türkçülere o gün yapılan muamele, asla bir darbe olmamış bilakis Türkçülere birlik ve beraberliğin sağlandığı, bir şahlanış günü armağan etmiştir. 3 Mayıs günü, 1945 yılından bugüne kadar, Türk Milliyetçiliğini kendilerine bir yaşam felsefesi olarak benimseyenlerin adeta kurtuluş günü, zafer günü, olarak kutladıkları çok önemli bir gün olmuştur.

Bugün memleketimizin içinde bulunduğu durum iyi değerlendirildiğin de Milliyetçi bir iradeye şiddetle ihtiyaç olunduğu muhakkaktır. Bu birlik, beraberlik ve zafer gününün Tüm Türk Milliyetçilerine hayırlar getirmesi, iktidar getirmesi temennisiyle Türk Milliyetçilerinin, Türkçülük-Milliyetçilik Bayramı Kutlu Olsun
www.ulkuocaklari.org.tr

İstanbul Tophane askeri hapishanesine kapatılan genç subaylar

Piyade üsteğmen ALPARSLAN TÜRKEŞ
Dr Yüzbaşı HASAN FERİT CANSEVER
Dr Üsteğmen FETHİ TEVETOĞLU
Piyade Teğmen NURULLAH BARIMAN
Topçu Asteğmen FAZIL HİSARCIKLI

Sivil Tutuklular

NİHAL ATSIZ - Edebiyat Öğretmeni
HÜSEYİN NAMIK ORKUN - Tarih Öğretmeni
NECDET SANCAR - Edebiyat Öğretmeni
SAİM BAYRAK - Temyiz mahkemesi evrak memuru
İSMET RASİH TAMTÜRK - İstanbul belediyesi Murakıbı
CİHAT SAVAŞVER - Yüksek mühendis mektebi öğrencisi
YUSUF KADIGİL - Lise öğrencisi
CEBBAR ŞENEL - Adana adliyesinde Hakim adayı
REHA OĞUZ TÜRKKAN


3 MAYIS 1944'de, zamanın Türk milliyetçileri tarafından, Mahkemelerde, tabutluklarda işkenceler çekilerek bir kez daha ödenmiştir.
Türk milliyetçileri; bundan sonrada, Türk kimliğinin, aziz vatan topraklarında ebediyen yaşaması, yaşatılması için, her türlü bedeli ödemeye de hazırdır.
Günü geldiğinde vur demeden vuracak, öl demeden öleceğiz.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE



[TURAN] 3 MAYIS TÜRKÇÜLÜK GÜNÜ
erepublik.com/en/article/2595437/1/20