Kürt halkının aydınlık yüzü: Musa Anter

Day 2,496, 22:35 Published in Turkey Cyprus by Ethem Nejat


Musa Anter ya da herkesin amca lakabı ile tanıdığı Apê Musa… 1920 yılında Mardin’in Nusaybin ilçesinde dünyaya gelen Anter, Kürt aydınlanma tarihinin en önemli isimlerinden birisidir. Aynı zamanda Türkiye siyasetinin de önemli figürlerinden biri olarak hafızalarda yer aldı.

Nusaybin’in Zıvıngê, Türkçesi ile Eskimağara köyünden çıkıp, Kürt halkının ve memleketteki tüm eşitlik ve özgürlük taleplerini dile getirenlerin tanıdığı bir “kahramana” dönüşmek elbette kolay olmadı. Türkiye’nin nice aydını ve ilericisi ile birlikte omuz omuza geçen bir ömür. Anter’e sorarsanız bu durumu kaleme aldığı Hatıralarım adlı kitabında şöyle anlatır:

“Denilebilir ki Musa sen kim, bu anılarında geçen zatlar kim! Amma bence bu soru yerinde değildir. Çok kere fakir bir adam bir define bulur veya loto-toto'dan para kazanır ve aniden zengin olur. İşte ben de Zıvıng'ın mağaralarından aleme çıkınca o fakir gibi tesadüfen ve de şans mahsülü değerli şahsiyetlerle tanıştım. İşte bu anılarım, bulduğum bu definelerin mahsülüdür”

Şans ya da tesadüf müdür?

Eğer hayatınızı ezilenlerin ve sömürülenlerin haklarını savunmak için bir yola koyduysanız bu uzun yolda elbette yol arkadaşlarınızla yan yana omuz omuza olacağınız temaslarınız olacaktır. Memleketin bu aydınlık yüzleri ile karşılaşmak büyük bir “şans” olarak görülebilir. Ancak bizim en önemli şansımız Apê Musa gibi Kürt halkının böylesine boyun eğmez bir kalemi ile o yolculukta yollarımızın kesişmiş olmasıdır.

31 Ağustos 1959 yılında Diyarbakır’da yayınlanan İleri Yurt gazetesinde “Amma ne İleri Yurt!” adlı bölümde yayınladığı Kımıl isimli Kürtçe şiirden dolayı tutuklanması ile başlayıp ve yine 20 Eylül 1992’ye değin, Diyarbakır’ın karanlık bir sokağında celladın gözünün içine gülümsemesiyle son bulan yaşamına bir nice kavga sığdırmıştı.

Şiirinde toprağa zararlı bir böcek olan kımıldan söz eden Anter, dizelerinin sonunda “Üzülme bacım, seni kımıl, süne ve sömürenlerin zararından kurtaracak kardeşlerin yetişiyor artık” ifadesi ile birlikte şiirin Kürtçe olması tüm tepkileri üzerine toplar ve tutuklanır.

Cumhuriyet gazetesi mevzuyu “Doğu illerimizden birinin merkezinde çıkan bir gazetede anlaşılmaz sebeplerle Kürtçe bir şiir neşrediliyor” diye gündemine alır ve valiyi göreve çağırır. Ve o meşhur 49’lar davası olarak bilinen sürecin fitili ateşlenir. 49 Kürt aydınının idamla yargılandığı dava bir yanıyla Kürt sorunun artık aynadaki yansımasını bulmasıdır. Ya da bir başka ifade ile Kürt aydınının meşaleyi ya da aynayı halkına doğrultmasıdır.

Bu davadan hapis cezası ile kurtulan Anter, cezaevinden çıktıktan sonra Barış Dünyası, Yön, Deng, Azadiya Welat, Dicle-Fırat, Yeni Ülke, Rewşen ve Tewlo isimli gazete ve dergilerde yazmaya devam etti. Eski Türkiye İşçi Partisi üyesi olan Anter, Devrimci Doğu Kültür Ocakları, Halkın Emek Partisi ve Kürt kültür ve sanat tarihinin en önemli kilometre taşlarından biri olan İstanbul Kürt Enstitüsü’nün kurucuları arasında yer alır. Anter bu alandaki üretimleri ile bayrağı ileriye taşımıştır. Günümüzde Kürt kültür ve sanat dünyasının pek çok ismi bu enstitüden aldığı eğitimlerle üretimlerine devam etmektedir.

Birine Reş (Kara Yara 1959), Qimil (Kımıl 1962), Ferhenga Kurdî û Tirkî (Kürtçe Türkçe Sözlük 1967), Hatıralarım I-II (1991) ve 1992’de yayımlanan Vakayiname adlı eseriyle birlikte, ölümünden sonra yayımlanan Fırat Marmara’ya Akar ve Çinara Min adlı eserleri de okuyucularla buluştu.

Unutmadan… Bir de sinema oyunculuğu vardır Apê’nin. 1991 yılında çekilen Ümit Elçi’nin Mem û Zîn filminde hikâye anlatıcısı olarak karşımızdır. Filmin Diyarbakır ve Ankara gösterimlerinin hınca hınç dolduğu anlatılır. Film aynı zamanda Türkiye’de çekilen ilk Kürtçe film olarak da hafızalarda yerini alır.

Yaşama Özgür Gündem gazetesinin yazarı olarak veda eden Anter, Türkiye basın tarihinde boyun eğmez bir gazetecisi olarak hafızlarda yerini almıştır.

Kimi zaman İstiklal caddesinde nohut pilav tezgâhındaki yoksul Kürt emekçisi ile sohbet ederken, kimi zaman da çocuklarla yaptığı futbol maçlarının ardından onlara elleriyle sunduğu meyvelerden yerken ve illaki ağızından hiç düşmeyen sigarası ile gördüğümüz Musa Anter, 1992 yılında Diyarbakır’da bir suikast sonucu yaşama veda edene değin geride pek çok anı bırakmıştır...

Tüm yaşadıklarını “Türkiye’nin 55 yıllık girdisinin, çıktısının yeminli, canlı şahidiyim. Hem yalnız şahidi mi? Değil!.. Sanığıyım, mahkûmuyum ve davacısıyım” diyerek özetler.

Bugün Musa Anter’in ölümünün 22. Yıl dönümünde, yaşarken karşısında durduğu, kavgasını verdiği onca savaş ve ölüm, onca teslimiyet ve işbirliği var. O’nun o bilinen meşhur deyimiyle Ey Xwede Edî Bese Looo! (Ey Allah’ım artık yeter!) dediğimiz nice şey yaşamaktayız.

Ama tüm güzelliklerin ve boyun eğmeyen aydınların geçmişte kaldığı, kötülüklerin ise diz boyu devam ettiği bir tablodan ibaret değil dünya. 20 Eylül günü, boyun eğmeyen iki aydını, iki sanatçıyı tarihin kilometre taşları olarak bir köşeye yazdık. Ruhi Su ve Musa Anter…

Memleketin aydınlık yüzleri artık bir mazi iken bizlere gericilik döneminin karanlığı mı kaldı sadece?

20 Eylül 1992’de Diyarbakır’ın bir sokağında, Jitem üyelerinin açtığı ateş sonucu hayatını kaybeden Musa Anter’in kendisi vermiyor mu cevabı?

Dinlemeye alışık olduğumuz kaydıyla, Avusturya İşçi Marşı’nın başındaki kendisinin seslendirdiği dizelerinde verir cevabı Apê Musa;

“Ve cellat yatağında uyandı bir gece. Tanrım dedi bu ne zor bilmece. Öldükçe çoğalıyor adamlar. Ben tükenmekteyim öldürdükçe”

kaynak: http://haber.sol.org.tr/serbest-kursu/kurt-halkinin-aydinlik-yuzu-musa-anter-ozkan-oztas-haberi-97470