Biz Stalin'i Çok Seviyoruz!

Day 2,706, 08:16 Published in Turkey Turkey by MirBedirxan


Kanada, Amerika, Meksika, Honduras, Guatemala, Kostarika, Panama, Venezüella, Kolombiya, Peru, Ekvador, Çin, Bolivya, Arjantin, İspanya, Şili, Paraguay, Brezilya, Uruguay, Moritanya, Gine, Gürcistan, Gana, Fas, Benin, Nijerya, Orta Afrika, Kenya, Somali, Etiyopya, Sudan, Suriye, İran, Irak, Pakistan, Afganistan, Kazakistan, Moğolistan, Senegal, Özbekistan, Ukrayna, Ermenistan, Azerbaycan, Fransa, Yugoslavya (Kosova, Saraybosna), Almanya, Romanya, Bulgaristan, Güney Afrika, Tayland, Angola, Arnavutluk, Türkmenistan, Kazakistan…

Dünyanın yedi kıtasından 56 ülke adını neden yazdık? Ne uluslararası bir yarışma, ne festival, ne olimpiyat oyunları, ne de bir toplantı var ortada. Bir de bizim ülkemiz Türkiye, etti mi 57 ülke. Fazlası vardır eksiği yok. Burası uluslararası bir şirketin, bir işletmenin merkezi olabilir mi? Sayılır… Burası bir işletme… Siz düşünürken biz söyleyelim kolay kolay aklınıza gelmeyebilir. Burası Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutuklu Hapishanesi. Devrimci kadınların dışında kalan kadınların tutuklanma nedenlerinin büyük oranı uyuşturucu, hırsızlık, fuhuş ve cinayet.

Yazının devamını okumak ve anlamak için önerimiz elinize bir harita almanız. O zaman başka ülkelerden gelip neden burada tutuklu olduklarını anlamak kolaylaşacaktır. Bir düşünün Güney Afrika neresi, Türkiye neresi? Bolivya ya da Tayland, Filipinler neresi Türkiye neresi? Nedenlerini niçinlerini öğrenmek için birçok soru sorabiliriz. Bu kadınlar ülkelerinden kalkıp turistik bir geziye mi çıktılar? Gelmişken bir de bu ülkenin hapishanesini mi merak ettiler dersiniz? Belki araştırmacılardır başka bir ülkenin hapishanesini araştırmak için gelmişlerdir? Belki, belki… neden burada dört duvar arasındalar? Dilini bilmediğin bir ülkede bir de dört duvar arasında olmak nasıl bir şey? Bu kadınların zoru ne? Öylesine zor ki dört duvar arasında dilini bilmediğin hapishane görevlileri dilini bilmediğin mahkeme heyeti, dilini bilmediğin kurallar, dilini bilediğin bir dünya…

Her yaştan olan. Çoğunluğu ilkokul mezunu, okula yazma oranı düşük. Eğitim hizmetlerinden faydanlanamamışlar. Okumuş olanların içerisinde avukat, sağlık alanında idari hizmetlerde çalışan, öğretmenlik gibi mesleklere sahip olanlar var. Bir film gibi düşünün, gözünüzde canlandırın. Bu kadınlar burada kimsesiz gibiler. Ama kimsesiz değiller birçoğunun çocukları var, torunları var, aileleri var. Büyük bir çoğunluğunun görüşçüsü gelmiyor. Avukat yüzü görmüyorlar. Burada geçimlerini tekstil atölyesinde çalışarak karşılıyorlar. Aldıkları üç beş kuruşun ne kadar olduğunu tahmin etmeniz kolay. Bu kadınların burada olmalarının tek nedeni var uyuşturucudan buradalar. Kadınların kısa anlatımı ise uyuşturucu ticaretinin nasıl işletildiğini, buranın nasıl bir görev üstlendiğini anlatıyor. Yani bu iğrenç düzeni anlatıyor. Kapitalizmi anlatıyor. Burada her kadının her tutsağın bir hikayesi var. Dillerini bilmedikleri bu ülkede elleriyle, gözleriyle anlattıkları hikayeleri var.

Berta, Bolivyalı. 6 çocuğu var. Öğrenimi ilkokul. Eşinin düzenli bir işi yok. Yaşadığı bölgeden hiç dışarı çıkmamış, sigara hiç içmiyor, başı ağrıyınca ilaç kullanmayı tercih etmiyor. “Uyuşturucu nedir bilmiyorum” diyor. Berta ile bildiği kadar Türkçe konuşabiliyoruz. Dört yıl olmuş. “İstanbul’u biliyor musun, nasıl oldu buralara geldin?” diyoruz. “İstanbulu hiç bilmiyorum. Sadece hapishane. Hava alanında uçaktan indim hoop beni yakaladılar, buraya geldim. Ben memlekette tekstilde çalışıyordum. Bir adam geldi ve sana bir valiz vereceğim, dediğim adrese bırak, teslimde bir sorun olmaz dedi çok para teklif etti. Geçimimiz zor olduğundan kabul ettim.” diye cevap veriyor. Berta İspanyol kökenli, hem İspanyolca hem Bolivya dili biliyor. Ama onun dilini bilen az. Berta, uyuşturucu işlerini bilmez kendi halinde bir yaşamı vardır. Ama çevresinde uyuşturucu işinden para kazananlar olduğu için o da sadece bir kerecik borçlarını ödemek için bu işi kabul eder. “Buradan eve telefon ettiğimde burada 14.00 oluyor. Bolivya’da 20.30… Akşam çocukların hepsi evde oluyor. ‘Anne neredesin? Neden oradasın? Ne zaman geleceksin? Seni seviyoruz anne’ diyorlar. En küçüğüm dört yaşında...” sözünün gerisini getiremiyor, hasretle gözlerinden yaşlar akıyor. Berta’ya Che Guevara, Fidel Castro, sosyalizm, diyoruz biraz da havayı değiştirmek için.Che’yi Bolivya’da CİA’nın katlettiğini söylüyor. Sonra “Sosyalist bir arkadaşım var, nerede bilmiyorum “ diyor ve daha bize bu konularda bir şeyler anlatmak istiyor ama sahip olduğu Türkçe buna yetmiyor. Biraz önceki hüzünlü hali geçiyor sonra. Bize şarkı söylüyor. İlk şarkısı Che Guevara Comandante’yi söylerken biz de eşlik ediyoruz. Berta ile bizi yakınlaştıran üç kelime Che, Fidel, sosyalizm. Kapitalist düzen, insanların evini, yuvasını bozarken daha yeni doğmuş kendisinden süt bekleyen çocuğunu terk etmeye zorlayıp pis işlere bulaştıran düzen. Annelere çocuklara acı çektiren düzen iken sosyalizmin yüzü ne kadar sıcak, insan gibi uzaklarda kavuşamadığımız yar gibi Bekle bizi dünya bekle bizi kavuşacağız sana, Bolivya’da kavuşacak Berta’nın çocuklarıyla…

Eliza, Güney afrikalı hemşire, dört çocuğu var. Eşi erken ölmüş, genç yaşta dul kalmış. Eliza ile az buçuk İngilizcemizle konuşuyoruz. “Ben hata, hata, hata yaptım “ diye kendisine kızıyor. Eliza hapishaneye, dört duvara esir olmak istemiyor. Proglamlı bir yaşam kurmuş kendisine. Sabah kalkıp spor yapıyor, sonra kahvaltı, sonra kitap okuma, el işi kazak örüyor sonra akşam haberleri izliyor. Haberler dışında televizyon izlemiyor. Eliza politik, neşeli, şen birisi. “Sizin başkan hep kızıyor, bağırıyor” diyor bize, biz de “O bizim başkanımız değil“ diyoruz. Emine Erdoğan’ın taklidini yapıyor kurum kurum kurumlanmış haliyle, yüzündeki ifadesiz bakışları sağa sola tiksintili bir bakış, sonra “Emine her yere gidiyor. Başbakanın yanında görevli mi neden öyle… Sevmiyorum onları” diyor yaptığı taklitle bizi güldürüyor.“Eliza sen bu kadar uzaktan gelip notunu verdin ya eh artık iyi gözlemlemişsin vallahi. Karı koca ikisi de kibirli insanlar sevenleri yok kimse sevmez onları.” diyoruz. Eliza, konuştu, anlattı ama biz Eliza’ya kendimizi nasıl anlatmalı diye kıvranırken Eliza haber izlediğine göre yöntemimiz de haberler olacak… “Amerika… elçilik… boom”… Eliza’ya bu üç kelime yetiyor. “Ooo, ooo, yaşasin… Amerika’yı sevmiyoruz. Mandela, Mandela, Mandela...” Eliza şen kahkahalarla ile bir şeyler daha anlatıyor. Biz anlatabildiğimiz kadarıyla umudun adını söylüyoruz. Sonra da Alişan Şanlı diyoruz. Eliza ülkesinde eylemlere katılmış. “Şimdi kızım katılıyor” diyor.

Maria ve Narenbe birisi Özbek diğeri Kazak. Uzun süredir arkadaşlar. Sovyetlerin dağılmasında sonra kapitalist düzenden paylarına düşen yoksulluk, işsizlik, geçim zorluğu alkolik babalar, işsiz kocalar… En kolay geldikleri ülke Türkiye. Yasal ya da yasadışı. Soluğu burada alıyorlar. Burada ev temizliği, hasta bakımı, genelde felçli hastalar ya da yaşlılar ve çocuk bakımı işlerinde çalışıyorlar. Buradaki kazandıkları paraları ailelerine gönderiyorlar. Ve ne iştir gönderdikleri para, yiyecek, giyecek orada değerli işe yarıyor. Yani bu ülkelerin yoksulluğu bozulan dengelerin iyiden iyiye değerlendirmek için yeterli. Biz burada geçinemiyoruz yetmiyor, onlara orada yetiyor. Bizim ülkemizden daha kötü durumdalar. Bildiğimiz Sovyet düzeninden ne kadar farklı. Bu halk iki uçurumu yaşayarak öğreniyor.

Sovyetleri, Sovyet zamanını soruyoruz. “O zaman her şeyimiz düzenliydi. Muhtaç değildik. Okul, hastane, evimiz, bahçelerimiz güzel bir yaşamımız vardı. Bizim çocukluğumuz gençliğimiz o dönemde geçti.” diye sosyalizmi anlattılar. Sosyalizmin nimetlerini anlattılar. Dilimiz aynı olunca konuşmak kolay ve doyumsuz oluyor. Biz de kendimizi anlatıyoruz. Lenin’i, Stalin’i örnek aldığımızı sosyalizm için mücadele ettiğimizi anlatıyoruz. Hapishanede bir gün yaşadıklarını bir anı anlattılar. Bir belgesel izliyorlar. Bir anlık duvarda Stalin’in resmini görüyorlar. Bu yaban ülkenin bu yabancılığın içinde tanıdık bir yüz görmenin duygusuyla birbirlerine sarılıp ağlıyorlar. Bu anıyı anlatırken gururlu ve hüzünlüler. Düşünün bir kere bir anlık bir görüntü iki arkadaşı nerelere götürüyor. Onlara sahip çıkan bir önderleri var. Sahipsiz değiller. Sovyetlerin, sosyalizmin gururunu Türkiye’de bir hapishanede yaşıyorlar. Ve yaşlı gözlerle“Biz Stalin’i çok seviyoruz” diyorlar. Sevgili Marie ve Narenbe buna en çok biz inanıyoruz. İnanın buna, en çok biz inanıyoruz.

Dünya halkları kardeştir, diyoruz. Sovyetlere olan inancımızla haykırıyoruz. “Şafağın ilk sahibi biz olmuşken/kopardılar her şeyi ellerimizden/ bir kez daha haykırıyoruz/ Sovyetler, sovyetler ufukta/ Sovyetlerden selam dostlara...” selam olsun gelecek ufuklara. Biz de Stalin’i çok seviyoruz…

Margarita, İngilizce, Franzsızca, İspanyolca biliyor. Moğolistanlı, Ukrayna’da okumuş, tekniker. Babası alkol ve uyuturucu kullanıyor. Margarita bu kadar yeteneğe rağmen işsiz. Bir sevdiği var. Babası evlenmesine izin vermiyor. O ailenin izni olmadan evleniyor. Önce İstanbul sonra Avrupa’ya geçmeyi planlıyorlar. Margarita İstanbul’da valizinde uyuşturucu ile yakalanıyor. Bütün planı eşi hazırlıyor. Gelecek için tatlı düşler kurarken eşinin uyuşturucu işi yaptığını böyle öğreniyor. Neşeli genç Margarita’nın mavi duru gözlerinden yaşlar akıyor. Ondan bana yar olmaz diyor. Eşinden ayrılmış. Hayatın acılarından akıttığı göz yaşlarından öğrendiği ne varsa yeni bir hayat kuracak.

Claude Favre, Azerbaycanlı mühendis. Bir kardeşi de öğretmen. İş bulma umuduyla Türkiye’ye geliyor. Mühendislik bürosu açmak istiyor. Ama şartları ağır olduğu için açamıyor. Bir süre kısa işlerde çalışıp, market ve giyim mağazalarında kasiyerlik yapıyor. Sonra çocuk bakıcılığı. Kazandığını evin alışverişini yapıp geri kalanını memlekete gönderiyor. Azerbaycan’ın bugünkü halini ve Sovyet dönemini konuşuyoruz. Bizim Sovyetler hakkında bildiklerimize şaşırıyor. Çünkü Lenin ve Stalin eserlerini bulundurmak ağır suç! Stalin’den sonra iktidar hırsıyla yönetime gelen Kruşçev’in nasıl bir yönetim anlayışına sahip olduğunu şöyle anlatıyor:“ Kruşçev ‘Stalinciliklerden arındırma’ adını verdiği programı başlattı ve öyle sürdürdü. ‘Stalin’e karşıyım Lenin’in izindeyim’ demek aslında alçakça bir Leninizm’e karşı politika izlemektir.” Bu konu ayrı bir sohbet konusu deyip Claude Favre’nin anlattıklarını daha anlaşılır kılmak için anlattığı örneği dinliyoruz.

“Şimdi ben okuldan bir arkadaşımın evine ders çalışmaya gittim. Arkadaşımın ailesi komünizm hakkında konuştular diyelim. Ben de duydum ve konuşulanları görevlilere söylemedim. Daha sonra bu ailenin komünist oldukları bilinirdi o zaman geriye dönük işlem başlatılıyor. O ailenin yakından görüştüğü kimselerin kim olduğu bilinirse kim olduğu araştırılıyor. Eğer benim arkadaş olduğum bilinirse beni sorguluyorlar. Sorguya göre hapishaneye giriyorsun. diye özetliyor. “Vay be Çarlık zamanı gibi, öyle değil mi? Peki Stalin dönemine dair bildiklerin, duyduklarınla nasıl düşünüyorsun?” diye soruyoruz.

Claude, “Bugünkü şekilde yaşamazdık. Bugün barınma, sağlık ve eğitim sizin buradan daha iyi imkanlara sahibiz. Sosyalizmden kalma alışkanlıklar. Biz çok bilmiyoruz ama bizim aile büyükleri çok istiyorlar o günleri… Büyük annem duysa benim burada olduğumu çok üzülür. Elini yüzüne kapatıyor. (büyük anneden utanır gibi) Burada hapiste olduğuma inanmaz. Aklı almaz...” Aklı almaz… bu ifadeyi Sovyet dönemini yaşanlar ve 1990’dan sonra doğup büyüyenler arasındaki düzen farkını anlatan bir ayrım sözü. Birçoğundan duyuyoruz. Sosyalizm dönemini yaşayan büyükler bugünkü hırsızlık, uyuşturucu, fuhuş, tembellik, bencillik, yalnızlık gibi kapitalizmin soysuzluklarını yaşayan evlatlarını anlayamıyorlar. Onların deyimiyle akılları almıyor…




Yazımızın başında bir dünya haritası önermiştik. Şimdi bu kadınların ülkelerine gitsin elleriniz. Evlerine kadar girin. Çocuklarının gözlerine iyi bakın. Bu masum gözlere bakıp kime kızacaksınız? Kimi suçlayacaksınız? Annelerini mi? Buradaki kadınların hiçbirisi bu hayatı isteyerek seçmedi. Kapitalizm önce ülkelerinin varlıklarına el koydu sonrada kölece bir yaşamı reva gördü. Daha onlara hikayede hepsi de bu düzeni anlatıyor. Çürüyen, yozlaştıran kapitalizmi.

Türkiye’den devrimci kadınlar olarak diyoruz ki kapitalizm yenilecek! Dünya da ki açlığın, yoksulluğun, yozlaşmanın nedeni kapitalizmdir. Dünyanın dört bir tarafından kadınların yozlaşmanın en uç noktalarına kadar savrulmaları tesadüf değildir. Dünyanın her yerinde kadın evin, ailenin direğidir. Yoz kültürün eline düşen kadın annelik yapamaz. O aileler çabuk parçalanır, dağılır. Yoksulluğumuzu, açlığımızı kullanarak bizi pis işlerine alet ediyorlar. Düşmanımız bizim kanımıza iliğimize kadar susamış bu düzen bize düşman. Bizim tek kurtuluşumuz sosyalizm…. Sosyalizm için savaşalım…
http://www.erepublik.com/tr/article/-dkp-k-z-l-bayrakl-lar-geliyor-2517069/1