Bombacı Mehmet Çavuş
zebah zebah jr
Bombacı Mehmet Çavuş, Düşmanın Quinn's Post, bizim ise Bombasırtı dediğimiz mevzide kolunu kaybetmiştir. Buraya Bombasırtı denmesinin nedeni, siperler arası mesafenin çok yakın olması sebebiyle atılan el bombalarının patlamadan karşı tarafa tekrar atılabiliyor olmasıydı. Bombacı Mehmet bu işte ustalaşan bir isimdi. İngilizler bunu anlamış olacaklar ki, bombaları bir kaç sayı saydıktan sonra fırlatarak Mehmet Çavuş’un iadesini önlemeye çalışmışlardı. İşte böyle bir bomba, Mehmet Çavuş’un elinde patlayarak sağ elinin bileğinden kopmasına sebep olmuştu.
Hastanede tedavisi sırasında bu kahramanın, Tabur Kumandanına yazıp gönderdiği mektupta ise “Sağ kolumu kaybettim. Zararı yok, sol kolum var. Onunla da pek ala iş görebilirim. Beni üzen, kıtama katılamama ve yine düşmanla çarpışmama engel olan şey, yaramın henüz kapanmamış olmasıdır. Hastaneden kurtularak hâlen harbe katılamadığım için beni bağışlayınız, affediniz sayın kumandanım.” sözleri yazılmaktaydı. (Celal Erikan; Çanakkale’de Türk Zaferi, s.77-78.)
Yine Mustafa Kemal Bombasırtı ile ilgili şu tüyler ürperten sözleri söylemiştir." Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak… Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulmamacasına düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerini alıyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkül ile biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler Kuran-ı Kerim okuyor ve Cennet’e gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebeleri’ni kazandıran bu yüksek ruhtur."
Comments
şüheda gövdesi, bir baksana dağlar taşlar...
o, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar,
yaralanmış temiz alnından uzanmış yatıyor;
bir hilal uğruna ya rab, ne güneşler batıyor!
ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhid'i...
bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
`"gömelim gel seni tarihe!" desem, sığmazsın`.
herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
seni ancak ebediyyetler eder istiab.
"bu, taşındır" diyerek kabe'yi diksem başına;
ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle,
kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
yedi kandilli süreyya’yı uzatsam oradan;
sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
uzanırken gece mehtabı getirsem yanına,
türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
sen ki, son ehl i salibin kırarak savletini,
şarkın en sevgili sultanı salahaddin'i,
kılıç arslan gibi iclaline ettin hayran...
sen ki islam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
o demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
sen ki; asara gömülsen taşacaksın... heyhat,
sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...
ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
sana ağuşunu açmış duruyor peygamber.