SATRANÇ

Day 2,741, 12:56 Published in Turkey Turkey by merdomerdoo

Filini kaybettiğinde telaşlanmaya başlamıştı. Bu hamleyi gözden kaçırmaması gerektiğini düşünüyordu muhtemelen. Oyun planı tamamen bozulmuş, boş boş karelere bakıyordu.
Hayalleri daha kuramadan çalınan bir sokak çocuğu nasıl hisseder diye düşünmüştüm daha önce. Belki Mine de şu an bunun küçük çaplısını, çok daha az acı verenini hissediyordu.

Şirin, ufacık bir kafeydi. İçeride üç, dışarıda dört masa vardı. Dışarıdaki her masada üçer sandalye, içeride birinde iki, diğerlerinde üç tane vardı. Belki de bu huyumdan vazgeçmeliyim, bilemiyorum. Hamlesini beklemek bu oyunun en güzel yanıydı benim için. O yüzden iyi oynayıp mücadeleyi bırakmıyordum, onu düşünürken seyretmeyi çok seviyordum. Kafenin arkasında ufak bir seramik atölyesi vardı. Hiç o işlere bulaşmadım, o da hiç davet etmedi. Neden etsindi ki zaten.Neyse.

Gözlerini gözlerime dikti bir anda, ne düşündüğümü sezinlemeye çalışır gibi bakıyordu yüzüme. Keşke ne düşündüğümü hemen anlasaydı. Gözlerinin rengini tanımlayamıyordum hala, bunu bilseydi keşke. Dudaklarını tanımlamak bile istemiyordum, insan hayalinin üzerine fazla düşünmek, ayrıntıya inmek istemez. Dudak dudaktır, öpülmek içindir o dudaklar. Ve kusursuzdu, incelemeye gerek yok, Tanrı iyi iş çıkartmıştı.

Kafenin adı Orestiya’ydı. Anlamından hala emin değilim. Araştırdım ancak ilk tragedya mıymış neymiş. Emin olamıyor insan sadece Ekşi’de görünce. Mine’nin adı Orestiya olmalıydı asıl. Ona Orestiya diye seslenmek isterdim. Karanfil koymadan çay vermezdi bana. Ben de onun çayından başka çay içemezdim. Tek şeker atardım, o hep tabağın yanındakini bana bırakırdı bilmesine rağmen. Farklı bir iletişim vardı aramızda. Hala çözebilmiş değilim.

Ben tam manada oyundan kopmuşken gülücükler saçarak Kalesini vezirimin karşısına dikti. Arada iki kare boşluk vardı. Veziri oradan kaçırsam şahın önü duble yol olurdu, kaleyi yesem piyonlar vezirimin icabına bakardı. Akıllı kızdı bu Mine. Atını kurtarmaya çalışmak yerine saldırmıştı üzerime, beni ancak böyle yenebilirdi zaten. Belki de şimdi oyunu düşünme sırası bende, bizi düşünme sırası da ondaydı. Keşke bu düşündüğüm şeyi de bilebilseydi.

Kafeyi kapatmamıştık, beni biriyle tanıştıracağını söyledi, o zamana kadar satranç oynamayı teklif etti. Ben de kabul ettim. Kim gelecekti acaba. Annesi mi küçük kız kardeşi mi? Belki ikisi de. Hep onları anlatırdı, çok düşkünlerdi birbirlerine. Babasının ölümü de böyle yapmıştı onları. Bu yüzden ona daha çok saygı duyuyor, daha yürekten seviyordum onu.

5-6 dakika kadar sonra benim vezirim çoktan gitmiş, onunsa kalan taşları bir hayli azdı. Şahını sıkıştırmaya başlamıştım. Birkaç hamlenin sonunda şah çektim ve kaçacak yeri olmadığını anladığını varsayarak kollarımı göğsümde bağlayarak havalı havalı gülümsedim. O da durmuş gülümsüyordu. Ancak bana değil kapıya bakıyordu. Arkama döndüğümde ellerinde çiçekler olan bende yaklaşık 15 cm uzun geniş omuzlu yakışıklı bir herif gördüm. Ne yapacağımı bilemedim. Mine’nin mat olmuş şahını hemen cebime atıp ayağa kalktım. 20 saniye kadar sarıldılar. Adı Erkan’mış elini uzattı, kalın parmakları vardı. Nedense Mine’nin boynuna bakıp hüzünlendim o an. Bir şeyler söyledi yarısını falan anladım, benim söylediklerimi Mine çevirdi ona. Erkan işaret dili bilmiyormuş çünkü. Engelli olduğum için bana çocuk gibi davranan tiplerdendi, ağlamak istedim, Mine oradaydı yapamadım. Kulaklarıma kadar kızarmıştım.

Seramik atölyesine geçtiklerinde hızla ayrıldım kafeden. Cebimdeki şahı çöpe atmadan önce son kez baktım. Altında ‘Seni Seviyorum’ yazıyordu. Yüreğimi dolduran duygular bir taşa nasıl sığsındı ki. Atamadım o taşı, atarsam oyun bitecek çünkü. Atarsam o değil, ben yenileceğim.


http://altzine.net/index.php/altkurmaca/703-satranc