Kompleks

Day 1,161, 07:24 Published in Turkey Turkey by tiryakihasanpasha

Telefon çaldı. Hemen kaldırıp cevap verdi.

“Buyurun efendim”

“Yavrum evladım, gazeteleri okumuyor musun? Duyduklarımız doğru mu? Kendi ülkene hile ile kazanç durumu mu sağlıyorsun sen?”

“Hayır efendim yalan. Yüce İsa üzerine yemin ederim ki yalan. Türkler kaybetmeye başladıkça işi çirkefliğe vuruyorlar.”

“Yavrum evladım biz oraya seni neden admin diye diktik? Senin objektifliğine ve tarafsızlığına güvendiğimiz, inandığımız için. Bizi hayal kırıklığına uğratman için değil.”

“Efendim, sizi temin ederim sizin güveninizi zedeleyici hiçbir şey yapmadım” derken bacaklarını sıkı sıkıya birbirine sürtüyordu Plato.

“Saygınlık ve tarafsızlık bizim için önemlidir. Bu bizim temel prensibimizdir bunu çok iyi biliyorsun Plato. Gerçek hayattan alışkanlık olan hiçbir şovenist ve milliyetçi duyguların burada yeri olamaz. Burada milliyetçilik olacaksa bile bu dünyaya ait bir milliyetçilik olabilir o ancak. Ve bu yüzden gerçek hayatın sebep olmadığı her hile affedilebilir iken, o şekilde olan en küçük bir yanlışı cezasız bırakmayız… Biz, ideal bir dünya yarattık ve bunu sürdüreceğiz”

“Anlıyorum efendim.”

“O zaman “motto” muzu söyle!”

“Yaşasın e-republik!”

“Peki, kendine iyi bak. Sana görevinde bol şans.”

“Sağolun efendim!” dedikten sonra sert bir şekilde telefonu kapattı Plato.

Derin bir nefes aldı. Kablolarla dolu server odasına kısa bir bakış attıktan sonra arkasına yaslandı. Önünde otuz üç inç ekranda dünya haritası açıktı. Haritaya baktı. Yarısı Yunanistan tarafından ele geçirilmiş Türkiye’yi gördü. Mutlu oldu. Bir sigara yaktı.

Sigara dumanı vantilatöre doğru yürüyen bir yol gibiydi oturduğu yerden. Yola baktıkça yakın geçmişte başından geçenleri anımsadı. Nasıl bu oyundan haberdar olmuştu? Nasıl yükselmişti? Ve en sonunda İngiliz patronların gözüne girerek nasıl da yükselmişti!

Akabinde, vakti zamanında patronlara büyük bir server taahhüt edemeseydi bu makama gelemeyeceğini de anımsadı.

Çocukluğunu anımsadı. Okulda öğretilenleri. Türklerin nasıl kültürsüz, nasıl barbar olduğunu anlatıyordu öğretmeni. Küçük Plato parmak kaldırıp sordu;

“Peki öğretmenim sonra ne oldu? Barbar oldukları için onları zapt edip himayemize almadık mı?”

“Hayır yavrucum. Planda istenmeyen şeyler gerçekleşti. Bir Mustafa Kemal çıktı ortaya ve kıçımıza tekmeyi bastı. Bütün Türkleri kurtardı.”

“O zaman demek ki hakkımız buymuş öğretmenim? Megalo ideadan vazgeçmeliyiz galiba?”

“Sen ne biçim konuşuyorsun öyle! Vatan haini misin? Megalo ideaya er ya da geç erişeceğiz. Öyle ya da böyle! Gel buraya. Şimdi git çöp kutusunun yanına. Ders bitene kadar tek ayak üstünde dur. Aptal çocuk seni”

Tüm sınıf ona gülüyordu… Artistik bir hareketle derin bir fırt daha çekti sigarsından. Bunu yapınca çocukluğu kayboldu. Onun yerine iki hafta öncesi geldi.

Arkadaşı Aleksio’ya gizli bir e- mail adresini kullanarak gönderdiği cheat programını aklına getirdi. Onun da bu hile programını yakın çevresine yaydığını hatırladı. Ve Aleksio’ nun hile programı kullandığını kendisinin bilmediğini zannetmesine acı bir şekilde gülümsedi.

Ama ne yapabilirdi ki? Başka seçeneği var mıydı? Hayaller ne olacaktı? Hiç gerçekleşmeyecek bir rüya, kendinin müdürü olduğu bir dünyada da gerçekleşmeyecekse, o zaman bu hayal dünyasının anlamı neydi?

Vicdanının diğer yarısı rahat durmuyordu. Eski duman dalgası rüzgarla dağılmadan cevap veriyordu, hem de hiç durmadan; "hileyle kazandırmak ne anlama gelirdi? Yunanlılar tüm bu olanları bilse bundan rahatsızlık duymazlar mıydı? Üstün Helen gücünün adi bir hileye mi ihtiyacı vardı. Bu, düpedüz yenilgiyi kabul etmek değil miydi? Bu Türkler’in gücünü manevi anlamda kabul etmek değil miydi? Bu günah, bu suç; hesap gününde ortaya çıkmayacak mıydı? Bu nasıl bir hakemliktir? Bu nasıl bir hakimliktir. Bu nasıl bir erdemsizliktir?"

Oyun akışına baktı. Tekerlekli döner koltuğunu bir sağa bir sola çevirip duruyordu. Vicdanının kararmış yarısı ıslak bir köpek gibi silkindi ve cevaben havlamaya başladı, diğer yarısından çok ama çok sinirliydi; "hilenin, bug un ya da başka bir şeyin hiçbir önemi yoktu. Şimdi önemli olan savaşmayıp kılıç bırakan Türkler’i , onların üzülüşünü, acı çekişini en azından bir oyunda da olsa görebilmekti. Hem Yunanlılar bunu bilse bile ne diyeceklerdi ki. Hatta ve hatta “Aferim dostum iyi iş. Sayende nasıl da ağlattık Türkleri” diyeceklerdi eğer bir gün öğrenmiş olsalar bile."

Ne demişti öğretmeni küçükken? “Öyle ya da böyle!” Evet, öyle ya da böyle. 1922 de olmadı neden 2011 de olmasın? Gerçek toprakta olmadı ama neden ekranlarda olmasın? Yetmez mi? Bu herkesi mutlu etmez mi? Hakemliğin, tarafsızlığın canı cehenneme! Ve sesli olarak “Ah anne ah baba. Yaşasaydınız ve bu günleri görseydiniz benle gurur duyardınız” dedi.

Arkasına yaslandı bir sigara daha yaktı odayı terk etmeden önce. Vicdanını şimdilik bu güzel mastürbasyonla rahatlatmıştı. Mastürbasyon ne de güzel bir şeydi! Olumsuz düşünceler artık yoktu.

Duvarda asılı olan Brad Pitt’in resmine baktı ve Aşil’in o büyük sözünü başını yavaşça ileri geri sallayarak tasdik etti Plato.

“Savaşta en önce, dürüstlük ölür.”