Antik Dönemde Kadın ve Gelenekler.

Day 5,011, 15:52 Published in Turkey Turkey by Guide in Town
" İki kapı arasında bir hayat "

Eski dönemlerden kalma yerleşim yerlerini gezerken ya da müzelerde çok geçmiş döneme ait tarihi eserleri gördüğümüz de " Keşke bende o günlerde yaşama şansım olsaydı " " Keşke biz de o günleri görebilseydik " diye bazen iç geçirdiğimiz olur. Aslında o dönemlerde yaşamak herkes için çok zordu. Özellikle de kadınlar için daha bir zordu.



Yukarı da gördüğünüz kadının ismi Agnodike ( MÖ 4. Yüzyıl ). Kendisi bir hekimdir. Aslında o dönemlerde kadınların hekim olması yasaktı. Kendisi saçlarını keserek İskenderiye'ye erkek kılığında tıp okumaya gider ve eğitimini bir şekilde tamamlar. Atina'ya geri döndüğünde hasta bir kadınla karşılaşır ve kendisine yardım etmek ister. Kadın onun erkek olduğunu zannederek çekinir. Sonra ona göğüslerini işaret ederek " bak bende kadınım " diye onu ikna eder. Sonra tüm kadınlar ona gelip tedavi olmak isterler. Lakin erkekler bu duruma karşı çıkarlar ve en sonunda iş mahkemeye çıkmasına kadar varır. Müthiş bir kadın dayanışmasının sonucunda " İdam " cezasından kurtulur ve hekimlik yapmasına izin verilir.



Yukarı da resimde gördüğünüz kadın ise Hypatia ( MS 4. Yüzyıl ). Kendisi bir Filozof, Astronom ve Matematikçi. Dönemin İskenderiye Valisi ile sıkça görüşmeler yaparmış. Dinciler buna karşı çıkarak ona evinin yakınında pusu kurarlar ve taşlanarak öldürülür.

Bu iki örneği sadece kadının, özellikle de okumuş kadınların yaşadığı zorlukları ifade etmek için kullandım.


Antik Çağda kadınlar, belirli bir döeneme kadar vatandaş olarak kabul edilmezlermiş. Kabul edildikleri dönemde de şartlara bağlı vatandaşlık alabilirlerdi. Yani anne ve babasının özgür birer vatandaş olması gerekiyor ki kızları da vatandaş olarak kabul edilebilsin. Aynı şekilde de kocası da özgür bir birey olursa vatandaşlık alabilirdi.

Kadın hep birilerinin velayetine bağlıydı. Evlenene kadar babasına, evlendikten sonra da kocasının velayetine geçerdi. Kocası öldüğünde de kadının velayeti oğullarına geçiyordu.


Zengin ailelerin erkek çocukları için özel öğretmenler evlere getirtilir, kızların sadece izlemesine izin verilirdi. Eğitim konusunda özne sadece erkekti.

Kadının hayatı genel olarak bir çember içersinde, kısıtlı imkanlarla sürüp gidiyordu. Evde köleler, hizmetliler ve çocuklarla vakit geçiriyorlardı. Evlenme, dini ritüeller, törenler dışında pek dışarıya çıkmıyorlardı. Ev diyorsam bizimki gibi 60-70m2 tarzı evler değil tabi 🙂 O zamanlar evler çok geniş ve farklı bölümlerden oluşuyordu.

Kadınlar dokuma tezgahlarında, değişik dokuma işleri yaparlardı.



Köleler genelde çocuklarla ilgilenirlerdi, süt anne kavramıda yaygındı. Varlıklı aileler süt anne tutarlar ve bu süt anneler çocukların eğitimiyle de ilgilenirlerdi. “ Pedagagos “ diye tabir ettiğimiz bu kavram aslında bugünkü “ Pedagoji “ nin temelini oluşturmaktadır.

Bir mahallede eğer bir erkek çocuğu doğarsa, eşe dosta haber etmek için kapının üzerine zeytin dalı asılırdı. Doğan bebek kız çocuğu ise kapının üzerine yün iplikler asılırdı. Zeytin dalı vatandaşlığı,yün iplik çalışkanlığı simgelerdi.



Amphidromia ( Çocuğun aileye kabulü )

Kız ya da erkek çocuk doğdu diyelim. Aileye kabul için önemli bir ritüel yapılır. Bebek toprağa bırakılır, baba eğer çocuğu kucağına alır ve anneye emzirmesi için verirse, bu o bebeğin aileye kabul edildiği anlamı taşıyordu. Bazen çocuklar çeşitli sebeplerden dolayı aileye kabul edilmezdi.

Bir genç kızın Amphidromia'dan sonra ikinci ritüeli ise ergenliğe geçtiği dönemdir. Kız tapınağa gider, saçından küçük bir tutam ve çocukken oynadığı oyuncağı Tanrıça'ya ( Artemis ) sunardı.


Evlenme çağı genelde 13-14 ve 15 yaşlarıdır. Erkek ile aralarında 4-5 yaş fark olurdu. Antik çağ insanı bildiğiniz gibi Tanrıları da kendileri gibi düşünmüş, onları da evlendirmiştir. Zeus ve Hera evliliği bildiğimiz en meşhur Tanrı evliliğidir.

Gamos ( Söz )

Evlilik ritüeli kadının hayatında üçüncü ritüeldir. Söz, nişan ile Baba kızını uygun gördüğü bir damat adayına verir ve bu tören şahitler huzurunda gerçekleşirdi. Biz de söze " Allah'ın emri Pegamberin kavli ile " diye başlarız, antik çağda da " Bu kadını size, ona meşru çocuklar doğurması için veriyorum " tarzı bir tekerleme söylenirdi. Bu sözlşeme baba ile damat arasındadır, tabiki de kız çocuklarına söz hakkı verilmezdi.

Drahoma ( Çeyiz )

Drahoma, bugün hala Uzak Doğu'da, Hindistan'da, Pakistan'da ve Musevi cemaatinde de görülen kızın çeyiz vermesi olayıdır. Yani kızın evliliğinde sorun olursa, hayatını idame ettirebilmesi için verilen mal ve mülk diyebiliriz.

Düğünün ikinci gününde, dua edildikten hemen sonra kurbanlar kesilirdi.

Yine kız düğün zamanı da Tapınağa gider, saç ve oyuncak bırakırdı.

Gelin banyosu antik çağda önemli bir ritüeldi. Bekar kızlar küplerle birlikte eve su taşırdı ve gelin banyosu yapılırdı. Sonra gelini süsleme işine girilirdi. Sadece gelin değil, evde zeytin dallarıyla süslenirdi.

Bütün sülale düğüne davet edilir, yemek verilirdi. Gelin dışarı çıktığında kafası örtülü olur, sadece burnu ve ağzı gözükürdü, elinde bir çelenk olurdu. Gelinin dışarı çıkması demek zaten düğünün başladığı anlamına geliyordu.

Her düğünde bir tane velet seçilirdi (öksüz olmayacak ). Bu çocuk düğün boyunca ekmek dağıtırdı. Bunu yaparkende " Kötülükten kaçtım İyilik buldum " diye bir tekerleme söylerdi.

Gelinin başındaki örtüyü açmak için damat, geline çeşitli hediyeler sunardı. Sadıçlık ve Nedimelik gibi kavramlar antik çağdan beri süre gelen geleneklerdir.

Her şey bittikten sonra kız, babasının evinden müzikler ve kalabalık eşliğinde damadın evine doğru yol alırdı. Kazılarda elde edilen eserler üzerinde, düğün alayında taşınan eşyalar arasında en göze çarpanlar, mutfak eşyaları olmuştur.

İlk cümlede de bahsettiğim gibi kadının hayatı babasının ve kocasının iki kapısı arasında geçmektedir.


Gelin damadın evine geldikten sonra, susamlı çöreği ve balı alıp ocağın etrafında dönerdi, üzerine kuru incir ve fındık serpilirdi. Böylece gelin evin bir ferdi sayılırdı.

Önceki makalemde bahsettiğim " Ocak " kavramı önemliydi. Ateş evin ortasında olurdu ve hiç söndürülmezdi ( Belli başlı inançlardan dolayı ). " Adamın ocağını söndürdü " kavramı asında antik çağdan günümüze gelmiş olma ihtimali yüksektir.

Çift yatak odasına çıktığında oda, sadıç ve nedimeler tarafından korunurdu. Gelin sabah olunca kabul törenine katılırdı, hediyeler verilirdi. Artık o evin resmi bir üyesiydi.

Hamilelik, Doğum ve Lohusalık

Antik çağda bir çok kadın, çocuğunu doğurduktan hemen sonra, ya da hiç görmeden veya lohusalık döneminde ölüyordu. Kadın bu yüzden çok stressli bir dönemden geçmekte ve kendisini bu zorlu, sıkıntılı süreçten çıkartmak için doğum ile ilgili Tanrı ve Tanrıçalara kurbanlar keserlerdi. Amulet diye tabir ettiğimiz takılar kullanılırdı. Bu takıların onları kötü ruhlardan koruduklarına inanıyorlardı.

Doğum ve çocuğun aileye kabulü kısmını yukarda zaten anlatmıştım.

Son ritüel ise " Ölümdür ". Kadın doğum ve ölüm ritüellerinin vazgeçilmez bir parçası aslında. Bugün Anadolu'da da varolan profesyonel ağıt yakan, ağlayan kadınlar asında Antik Çağ'dan günümüze gelmiş bir geleneğin eseridir. Cenazelerde müzik eşliğinde yas besteleri okuyan kişiler mevcuttu. Cenaze evden çıkarken, kalkanlı, mızraklı askerler olur ve cenaze arabassını takip ederlerdi. Aslında bu kadınlar için bir sosyal aktiviteydi. Daha önce bahsettiğim gibi onlar evden dışarı pek çıkmazlardı.


Neyse Kadın olmak o zamanlar zordu. Ya şimdi ?

Bir önceki makalemi okumadıysanız ;

https://www.erepublik.com/tr/article/roma-da-sosyal-hayat-ve-nsan-olmak-2742553/1/20

linkinden ulaşabilirsiniz.