[Kızılderili Katliamı] Bize soykırımcı derler!

Day 2,203, 02:21 Published in Turkey Turkey by 3 kere agza 3 kere burna

1522 veya 1523'ten itibaren büyük krallıkların ve eyaletlerin bulunduğu, güzel görünüşlü ve zeki insanların ikamet ettiği plate nehri bölgesine üç veya dört sefer yapıldı. bu seferlerin pek çok kişinin ölümüne yol açtığını ve bölgede yaşayan halka çok büyük zarar verildiğini biliyoruz. ama bölgenin yeni dünya'nın geri kalan kısmından çok uzak olduğunu göz önüne aldığımızda bu bölgeyle ilgili bilgilerin az ve ulaşılmaz olduğunu söyleyebiliriz. bu bölgenin de yeni dünya'nın genelinde yapılan zulümlerin aynısını yaşadığını söylerken hiç tereddüt etmiyorum. çünkü maceraperestler ispanyol'du ve bunların büyük bir bölümü daha önce yaptıkları işkence ve zulümlerle tecrübe kazanmış, vatandaşları gibi servet biriktirmeye alışmıştı. bu yüzden de kıtanın diğer bölümlerinde yaptıkları gibi yerli halkı öldürerek, aşağılayarak ve mallarını yağmalayarak ispanyolların karakteristik harekat tarzını ortaya koydular.
yukarıdaki metni yazdıktan sonra elde ettiğim güvenilir haberlere göre bu adamlar gerçekten bu bölgede büyük çapta yağma ve tahribat yapmış. gittikleri yerleri keşfetmek yerine, talihsiz kurbanlarına işkence yapmak ve onları öldürmek için yeni yollar geliştirdiler. çünkü bölge ispanya'dan o kadar uzak ve ulaşılmazdı ki yaptıklarından hiç geri adım atmadılar, bilakis yeni dünya'nın diğer bölgelerinde faaliyet gösteren vatandaşlarından daha alçakça ve insafsızca davranışlar sergilediler. diğer bölgelerde yapılanlar ne kadar korkunç olursa olsun burada yapılanlar da kayda değer ölçüde ürkütücüydü.
konsey'e bildirilen diğer canavarca eylemlerden birini anlatmak istiyorum: yönetici zorbalardan biri, adamlarından birkaçına, bölgedeki yerleşim bölgelerine gitmelerini, kendilerine karşı misafirperver bir tutum sergilenmemesi halinde bütün halkı katletmelerini emretti. bu adamları düşman olarak gören ve karşı karşıya gelmekten fazlasıyla korkan halk onlara hiçbir şey sunmadı. mektuptaki talimatnameyi yerine getiren ispanyollar beş bin kişiyi kılıçtan geçirdi.
bir keresinde de ispanyol hâkimiyetini tanıyan birkaç yerli, muhtemelen bir çağrı üzerine, bu rezil zorbalara hizmet etmek için yanlarına geldi. çağrıldıkları zaman çabucak gelmedikleri için veya böyle yapmaya alışkın oldukları için, onları korkutmaya karar verdiler ve bu yerlilerin, savaş halinde oldukları başka bir yerli kabileye teslim edilmeleri emri verildi. talihsiz kurbanlar ağladılar, düşmanlarına teslim edilmektense hemen oracıkta öldürülmeleri için canilere yalvardılar ve sığındıkları binaya çekilip dışarı çıkmayı reddettiler. oracıkta kesilip paramparça edilirlerken, “size hizmet etmek için yanınıza geliyoruz, siz bizi öldürüyorsunuz. umarız bu duvarlara sıçrayan kanlarımız, acımasızlığınıza ve bizi haksız yere öldürmenize şahitlik eder,” diye bağırıyorlardı. bu gerçekten korkunç ve yürekler acısı bir zulümden başka bir şey değildi.


yerli yerleşim bölgelerine zorla girerek, küçük çocuklar, yaşlı erkekler, hamile kadınlar, hatta yeni doğum yapmış kadınlar dahil karşılarına çıkan herkesi katlettiler. parça parça kestiler, sürüler halindeki koyunlar gibi bir ağıla toplayarak karınlarını yardılar. bir adamı tek bir darbede ikiye bölüp bölemeyeceklerine, bir kişinin başını gövdesinden ayırıp ayıramayacaklarına ya da tek bir balta darbesi ile bağırsaklarını çıkarıp çıkaramayacaklarına dair bahse bile girdiler. memeden kesilmemiş bebekleri ayaklarından tutup annelerinden ayırdılar ve baş aşağı kayalara çarptılar. bütün bunlar olurken onlar gülüp eğleniyorlar, bebekleri nehre atıp "kıvran seni küçük velet" diye bağırıyorlardı. karşılarına çıkan herkesi öldürdüler. kimseyi sağ bırakmadılar. kurbanlarını asabilmek için ters "l" biçiminde geniş darağaçları kurarak bir defada 13 tanesini birden diri diri yakıyorlardı. vücutlarına kuru saman bağlayıp ateşe veriyorlardı. bazılarını öldürmeyip bileklerini kesiyorlar, ellerini öylece asılı bırakıp onlara "bu mektubu al" diyorlardı. amaçları, onları (yerli şeflerini) böyle zavallı durumlara düşürerek tepelerdeki isyancılara göz dağı vermekti. yerli liderleri ve eşrafını yere çakılı iki yaba üzerine oturtulmuş dal parçalarından oluşan, bir tür demirden düz ızgaraya bağlayıp kısık ateşte kızartıyorlardı. yerli liderler, yavaş yavaş ölürlerken acı ve çaresizlik içinde inliyorlardı.

bir keresinde bu şekilde dört ya da beş yerli şefi kızarttıklarına şahit oldum. zavallıcıkların inlemeleri ispanyol komutanın uykusunu bölmüştü. hemen esirlerin boğulması için emir verdi. ancak, ortalama sıradan bir cellattan daha kana susamış olan infaz müfrezesinin başındaki adam, onları boğarak özel eğlencesini yarıda kesmek istemiyordu. bu yüzden gürültü olmaması için kendi elleriyle ağızlarına tahta tıpalar yerleştirdi ve canı istediği zaman ölmeleri için ateşi ayarladı.

sırf eğlence olsun diye, kadın erkek demeden yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını ve bunun bölgenin değişik yerlerinde defalarca tekrarlandığını kendi gözlerimle gördüm. bazen de insanların üzerine köpek saldıklarına, yerlilerin bu şekilde paramparça edildiğine, çok sayıda ev ve yerleşim merkezini yaktıklarına şahit oldum. memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar...'

Haiti Krallarından Hatuey birkaç sadık adamıyla kaçıp Küba'ya sığınır. Ancak Avrupalılar peşini bırakmazlar ve ada ısınmaya başlar.
Kaçak kral "neler olup bittiğini" soran Kübalıları başına toplar. Elini yanında taşıdığı mücevher sepetine daldırıp "Biliyor musunuz" der, "Hristiyanlar buna taparlar. Tanrılarını ele geçirmek için her şeyi yaparlar. Katilleri kendinizden uzak tutmak istiyorsanız altınınız elmasınız olmayacak!" Ve tutup sepeti nehre atar.
İspanyollar buna rağmen onu bulup yakalar, bir direğe bağlarlar. Etrafına odun yığıp, meşaleyle yaklaşırlar. Bir Fransisken papazı öne çıkıp "Hristiyanlığa inanırsan affolacaksın" der, "ruhun arınacak. Bizimle birlikte Cennete gireceksin, köşkler, huriler, sofralar..."
Hatuey güler, "sizinle gidilecek tek yer cehennem olabilir ve ben azaba talip olacak kadar saf değilim."
Konuşturmazlar bile odunları tutuştururlar.
Kraliyet ailesine mensup bir asil tanıyorum, yüzlerce yerliyi madenlerde tüketti. Gençler hayat dolu ve güçlüydüler bir sonraki yılı ancak onda biri görebildi. Ortalık cesed doldu, arazi çoraklaştı. Kübalılar yeise kapıldılar ele geçmemek için kendilerini asmaya başladılar.

Anakara'da
Sömürge valisi 1514 yılında Anakara'ya ayak bastı. Darien'den Nikaragua'ya kadar yüzlerce mamur şehir vardı. Yeryüzünün hiçbir yerinde bu kadar altın bulunamazdı. İspanyollar hazinelerin yerini öğrenebilmek için amansız bir baskı başlattılar. Francisko de San Roman'ın ifadesine göre sadece bir günde 40 bin yerli kırdılar.
Bunlar kasabaları sabaha karşı basarlar. İnsanlar mışıl mışıl uyurken içlerinden biri "Papa ve Kastil Kralı adına emrediyorum, tabi olunuz" diye mırıldanır. Onu elbette kimse duymaz, kimse de uymaz. Böylece isyankar sayar ve öldürmekte bir beis bulmazlar.
Sonra altın sorgusuna başlar ortalığı kana boyarlar. Hakimler, piskoposlar, yağmadan pay alır, katliama göz yumarlar.
Bazıları elindekini avucundakini getirir ancak "niye daha fazla değil" sorusuna muhatap olurlar. Malını veren de saklayan da cellatlardan kurtulamaz.
Panama bölgesinde yaşayan Kral, deniz albayına 5 bin castillian değerinde hediye verince gece dönüp baskın yaptılar, adamın nesi varsa aldılar.
Bu zorba albay bilahare Nikaragua valisi oldu. Yöre düz ve verimliydi, yerliler kültürlü ve zengindi. Yurtlarını çok seviyordular, ayrılmaktansa köleliğe razı oldular. Ancak vali bunları hayvan gibi kullandı, tohumlarını bile elinden aldı. Bal ve mum toplasınlar diye jaguarların fink attığı ormanlara yolladı.
Bir köyde kadınları kızları topladılar. Erkekler eş ve çocuklarını kurtarabilmek için takip başlattılar. Kadınları tek tek paraladılar, yerlilerin kanlarını dondurdular.
Bir süre sonra iş birlikçilerden köle temin etmeleri istendi. Kölelik nedir bilmeyenler, insan tacirleriyle tanıştılar.
Ardından cıvıl cıvıl, şen şakrak Meksika şehirlerine daldılar, Çolula'da Tepeaca'da katliam yaptılar. Meksiko City'de Kral Montezuma kendilerin karşıladı, görmedikleri büyüklükte evlerde ağırladı. İspanyollar Kralı kandırıp tutukladılar. Yerli halk işin farkında değildi, hala onları eğlendirmeye çalışıyorlardı. 2 bin soylu en süslü elbiselerini giyerek areitosa (dansa) başladılar. Gecenin ilerleyen saatlerinde yoruldular ve kolay yem oldular. İşte bu damla bardağı taşırdı, halk ayaklandı, işgalciler zor anlar yaşadı.
İspanyol müfrezeleri Honduras ve Guatemala'da da kandan dumandan izler bıraktılar. Haçlı süvarilerine karşı çaresiz kalan yerliler tuzaklar kazdı birkaç atlıyı düşürmeyi başardılar. Ancak İspanyollar bu çukurları bebek cesetleri ile doldurup intikam aldılar.
Biliyor musunuz Avrupalılar gülümseyerek gelir, yerlileri kucaklar, kolayca itimatlarını kazanırlar. Ne zaman ki sofralar donanır, eğlence başlar, ellerini kılıçlarına atarlar.
Bu kadar kandan kargaşadan sonra kendileri de rahat olamadılar. Malikanelerinin etrafına yüksek duvarlar yaptırdılar. Düşünün sadece bir adam Jalisco Krallığına bağlı 800 kasabayı yağmaladı. Ama söz erdemden açıldı mı sözü kimseye bırakmaz, bütün bunları "Tanrı adına yaptığını" zırvalardı.
Nedendir bilinmez hamile esireler daha çok para ederdi ve insan tüccarları mallarını değerlendirmeye çalışırlardı. Bu yüzden zührevi hastalıklar yayıldı. Halbuki bebeklerin değeri yoktu, süt çocuklarını köpeklerin önüne atar, hırlaşmalarından zevk alırlardı.
Gün geldi Frerlerin (misyonerlerin) söyleyecek sözü kalmadı, yine de halkın arasına sokuldular, kiliseler manastırlar yaptırdılar. Askerlerin gözü paradaydı, misyonerlerin topladığı putları totemleri yine halka sattılar. Yerliler Hristiyan kelimesini şeytanla eş anlamlı tutmaya başladılar.
Hasılı Venezuella'yı da sömürüp kemirdikten sonra Almanlara (burada Protestanlara olan nefretini saklamaz) sattılar. Onlar posayı bir kez daha sıktılar.

Sıra İnkalar'da
Peru'da ise İnka'nın (kralın) eşini öldürüp, adamı avuçlarına aldılar. O bildik sömürü düzenini kurdular, kaçanları isyankar saydılar.
Yöreden sorumlu albay, kadınları rehin tuttu, kocalarını diğerlerinin üzerine saldırttı. Onları özellikle aç bıraktı, hasta ve sakatları yemeleri konusunda şartlandırdı.
Yerliler masrafsızdı, telef olana bakılmazdı. Düşünün zavallılara gemi demiri ve top taşıtırlardı. Köle tacirleri mavnaları salkım saçak insan doldurur, yük olmasın diye yanlarına çok az su ve yiyecek alırlardı. İnsan avı için şölenler fırsattı, bunu asla kaçırmazlardı. İspanyollar yerlileri inci avında kullanır, onları köpek balıklarının fıkırdadığı sulara daldırırlardı. Kimi vurgun yer, kimi av olurdu. Nefes almak için çıkanlar birkaç saniye oyalansalar yumruklanıp dibe yollanırlardı.
Bu kasvetli satırları çoğaltmak mümkün Cartagena, Pearl coast, Paria, Trinidad, Granada, Quito ve Yuyapari vadisinde yapılanları da aktarırsam içiniz kararacak.
Biz burada bırakalım, meraklılar Ömer Faruk Birpınar'ın tercüme ettiği "Kızılderili Katliamı"nı (bky yayınları) okusunlar.