NE'ME LAZIM BE SULTANIM

Day 2,397, 07:15 Published in Turkey Greece by CrazymanDance



~ NE'ME LAZIM BE SULTANIM ~

Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu Hoşgörü İslam Medeniyeti olan Osmanlı’nın akıbetini hayâl eder, günün birinde ;

“OSMANLI inişe geçer çökmeye yüz tutar mı?” diye derin derin düşünmeye başlar...

Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi meşhur âlim Yahyâ Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahyâ Efendi’ye gönderir...

“Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın âkıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?”

şeklinde mektubunu gönderir.

Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahyâ Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır:

“Ne’me lâzım be Sultânım!”

Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultân, bir mânâ veremez. Yahyâ Efendi gibi bir zâtın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar:

“Acaba bilmediğimiz bir mânâ mı vardır bu cevapta?”

Nihayet kalkar, Yahyâ Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:

“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”

“Sultânım sizin sorunuzu ciddiye almamak kâbil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.”

“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lâzım be Sultânım!” demişsiniz. Sanki “Beni böyle işlere karıştırma” der gibi bir anlam çıkarıyorum.”

“Sultânım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de “ne’me lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa.

Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryâdı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimâd ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir...”

Bunları dinlerken ağlamaya başlayan Koca Sultan, söyleneni başını sallayarak tasdîk eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin sahip olduğu için Allah’a şükreder. Yahya Efendi'ye ise bu tür tenbihlerini mutlaka söylemesi gerektiğini anlatır.

İlgili mektup, Topkapı Sarayı'nda sergilenmektedir.



Devlet Adamı Gurur Kibir Gibi Duygularla Kendisini Küçültmemelidir

a)Yeryüzünde böbürlenme:
Makam, mevki sorumluluk demektir. Makam sahibi demek sorumlu kişi demektir. Sorumlu olan bir insanın, işlerini görmek durumunda olduğu kimselere çalım satması, gururlanıp büyüklük taslaması doğru değildir.
Kaplumbağanın koruyucu kabuğu ters döndüğünde kendisi için nasıl ölüm tuzağı oluyorsa, insanın kaprisleri de kendi sonu için bir tuzaktır.
Kibir, gurur, davranışları ile büyüklenmek, her şeyi kendisinde görmek diğer insanları küçümsemek demektir. Bu durum adalet, eşitlik ve sevgi dağıtacak bir yetkili için yakışıksız davranıştır. Gururlanan insanı Allah:
-“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri delebilir ve nede boyca dağlara ulaşabilirsin.”(1) buyurarak kınamıştır.
Devlet adamı geçici olarak işgal ettiği makama, sorumluluk getiren yetkilerine, bazı insanların kendisine gösterdiği iltifata bakıp şımarmamalıdır, gururlanarak kendini üstün görmemelidir. Musalla taşında her insan eşittir. Bir kefenle Allah’ın huzuruna çıkacak olan herkes bir tarağın dişleri gibi eşit olarak yaratılmıştır.
“Yoklasın kafası mezarda her ölenin,
Farkı var mı bakalım hükümdarla kölenin.”
Hz. Ali: “Alkışın çoğu insanı büyüklük duygusuna ve gururlanmasına sebep olur.” demiştir.
Gerçekten büyük insan iltifata, alkışa aldırış etmez. Kibirlenerek kendini alçaltmaz. Vazifesi olan işleri yapmakla gururlanmaz, alkış istemez. Yapmadığı şeylerle asla gururlanmaz, kendini ve başkalarını aldatmaya kalkışmaz. Aksi halde devlet kapısı, çile kapısı olur.
Ayrıca kendini bilen gurura kapılmayacağım diye kendini, sahip olduğu şeyleri, temsil ettiği değerleri hiçe sayarak küçümsemez ve küçültmez, aşağılık duygusuna kapılmaz.
Hz. Ali halife iken mısır valisi Eşter’e yazdığı mektupta şöyle demiştir: “Sakın kendini beğenme, sakın nefsinin sana hoş gelen yönlerine güvenme. Sakın yüzüne karşı metholunmayı isteme. Zira iyilerin ne kadar iyiliği varsa, hepsini mahvetmek için şeytanın elindeki fırsatların en sağlamı budur.”


b)Aslını Unutma:
Hz. Ömer bir gün halkı namaza çağırır. Halk toplanınca onlara:
“Ey cemaat, Beni mahzun kabilesindeki halalarımın koyunlarını güttüğümü hatırlarım. Bu işi bir avuç hurma ve üzüm karşılığında yaptım. Bugünkü durumumu da görüyorsunuz.” der.
Orada bulunanlardan Abdurrahman b. Avf:
“Ey Müslümanların halifesi, kendini küçültme” deyince Hz. Ömer:
-Yalnız kalmıştım nefsim bana “Sen Müslümanların emirisin, senden şereflisi yok” dedi. İşte ben de şimdi ona kim olduğumu hatırlatıyorum” der.
Bir gün de halife Ömer sokaktan geçerken kadının biri oğluna:
-“Bak halife geçiyor, çekil.” der.
Bu sözleri duyan başka bir kadınsa, o kadının sözleri üzerine:

Bu adam dün yalnız Ömer’di, şimdi halife mi oldu?” deyince Ömer, yumuşaklık ve tebessüm dolu bir tavırla kadına yaklaşarak:
Size teşekkür ederim, eski durumumu hatırlattınız.” der.

Abdullah bin Selam, sırtında bir bağ odun olduğu halde çarşıya uğrar, kendisini görenler:

Ne var, ne oluyor? Derler.
Gönlümden kibri atmak istiyorum. Çünkü peygamberin “Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse cennete giremez dediğini işittim.” Der.

Müslümanlar, halife Ömer’e “Allah’tan kork” demiş, Melik Şah’ın yakasına yapışmış, kanuniye seni Allah’a şikayet ederiz.” Padişahlara “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var” derken kendilerini yönetenlerin kalplerinden gurura, kibire az da olsa yer vermemelerine istemişlerdir.
“Milletler ve Hükümdarlar Tarihi adlı esersinde birinci cildinin birinci bölümünde Hz. İbrahim’e Allah tarafından indirilen on sayfalık kitapta neler olduğu şöyle özetlenmiştir:
“Ey insanlara musallat olan ve kendisini büyük görerek kibire kapılan hükümdar! Ben seni dünya servetini bir biri üzerine yığmak için mi hükümdar yaptım? Hayır, seni ancak mazlumun talep ve duasını bana işittirmek, yani zulmü ortadan kaldırmak için gönderdim. Çünkü mazlum kâfir bile olsa onun istek ve duasını reddetmiyorum.” (2)
İnanların zaaflarından biri de, bir görev aldığı zaman herhangi bir yetki verildiği zaman ister istemez değişmeleri ve gururlanma gibi bir basitliğin içine düşmeleridir. Bu hal nice gelişmelere, nice başarılara engel olmuştur. Başarılı olmak isteyen bir kimse gururdan, kibirden, başkalarını küçük görmek hastalığından kurtulmayınca faydalı olamaz.
Küfe valisi, bir saray yaptırmış, Kasr-ı Kisra’nın kapısını da sarayına taktırmıştır. Bunu duyan halife Ömer bir mektup yazmış, mektubu Cerir bin Müseyleme’ye vererek:
-Küfe’ye git, bu mektubu valiye vermeden sarayına taktırdığı kapıyı sök yak ondan sonra mektubu valiye ver.” demiştir.
Emir yerine getirilmiştir, mektupta şunlar yer almaktadır:
-“Ey Sa’d! İşittim ki, bir saray yaptırmışsın. Acem hükümdarının kapısını da sarayına taktırmışsın. Bunu niçin yaptın? Araya kapıcılar, perdeciler koyup da halk dertlerini, şikâyetlerini gelip söyleyebilmekte zahmet çeksinler diye mi? Yoksa o mağrur hükümdarların yolunu mu tuttun? Onların sarayları yerle bir oldu. Bundan ibret almadın mı?”



c)Mağrur olma:
Türkistan seferine çıkan Alparslan, bir kaleyi kuşatmış, kale kumandanı Yusuf’u küçük görmüş, elinin çözülmesini emretmiştir. Yusuf’un saldırısı sonunda yaralanmıştır. Askerinin gücü ile gururlanmanın cezasını böyle çektiğini ifade ettikten sonra halkın “mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” denmesini vasiyet etmiştir.
Nihayet, yanlışlıklar, tedbirsizlikler imparatorluğu küçültmüştür. Bir gün sultan vahdettin Cuma namazına giderken:
-Gururlanma padişahım senden büyük Allah var” denince, sultan mahcup bir şekilde başını öne eğer:
-Mağrur olacak halimiz mi var? der.
Gururlanmanın bir anlamı yoktur. Çünkü insan aslında aciz, ölümlü bir varlıktır. İnsanın evveli bir damla su sonu da toprak olmaktır. Makamlar da birer emanettir.
Eski hükümdarlardan biri vezirine üçkâğıt vermiş ve:
-Bunları sinirlendiğim zaman bana sırayla oku, demiştir. Kâğıtlarda şunlar yazılıdır:
- Tanrı değilsin, kudret ve kuvvetinin sınırlıdır.
-Yaratıklara şefkatle davran ki, Allah da seni acısın.
-Bir gün ölüp mezara gireceksin.
Gurur, kibir insanı alçaltır ve başka kötü duygulara, kötü düşüncelere yol açar. İnsani duygularına yer kalmaz. Gururla beraber öfke olur, hiddet olur, kabalık olur, zulüm olur.
Yusuf Has Hacip şöyle der:
“Hiddetine, gazabına, eline, diline hâkim ol.”
“Ey hükümdar, gayret et kendin iyi ol; beyi iyi olursa halk da iyi olur.”
“Halk koyun gibidir, bey onun çobanıdır, çoban koyunlara karşı merhametli olmalıdır.”
“Kapıda birçok aç kurt toplanmıştır; ey hükümdar, koyunları iyice muhafaza altına al.”
“İşinde hiddetli olma, öfkene hâkim ol, beyler hiddetli olursa mülk ve saltanat haleldar olur.”
“İnsanlara kaba söz söyleme, kaba söz alev alev yanan bir ateştir.”(3)



d)Tarağın dişleri gibi:
Bizim inancımızda, kültürümüzde üstünlük yoktur. İmtiyaz yoktur. Ancak insanlar arasında, iman, ahlak, ilim ve ibadette üstünlük söz konusudur. Bunun dışında peygamberimizin ifadesiyle:
“İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir. Beyazın siyaha, siyahın beyaza, arabın arap olmayana takva dışında hiçbir üstünlüğü yoktur.”(4)
Peygamberimiz kendisini kimseden üstün tutmazdı. Bir yolculuk da yemek yenecek, koyun kesilecekti. Biri “ ben keserim” diğeri “ben yüzerim” bir başkası “ben pişiririm” demişti. Peygamberimiz de: “Ben de odun toplarım” deyince oradaki Müslümanlar.
-“YA Resülallah! Siz istirahat buyurun biz toplarız.” Demiş, peygamberimiz şu cevabı vermiştir:
-“Evet, sizin her şeyi yapacağınızı biliyorum. Siz çalışırken ben oturmak istemem.”

Üstünlük yoktur, ayrıcalık yoktur. Hükümdar askerine, efendi hizmetçisine eşit tutulmuştur. Gassan hükümdarı Cebele, Müslüman olmak için gösterişli bir şekilde halife Ömer’e gelir. Kâbe’yi tavaf ederken bir köle eteğine basmıştır. Bunu gururuna yediremeyen Cebele, köleye bir tokat atar. Köle halifeye şikâyette bulunur. İkisini de çağıran halife Cebele’ye:
-“Ya özür dileyeceksin, ya da oda sana tokat atacak” deyince Cebele düşünmek için izin istemiş, gece memleketine kaçmıştır.
Kudüs’ün fethi üzerine hizmetlisi ile Kudüs’e hareket eden devlet başkanı Ömer yolda deveye nöbetleşe biner. Kudüs’e girerken sıra hizmetlisine gelmiştir. Israrlara rağmen halife yaya, hizmetlisi deve üzerinde Kudüs’e girerler.
İnancımız insanlara adil, eşit ve merhametli davranılmasını emretmiş, Müslüman olanları da kardeş ilan etmiştir. Buna göre Müslüman, Müslüman’a zulmetmeyecektir, onu terk etmeyecektir. Bir kutsi hadiste Allah: “Rahmetime mazhar olmak isteyen kimse yarattıklarıma şefkat ve merhametle davransın.” buyurmuştur.

Fatih sultan Mehmet, Rum ustası ile omuz omuza yargılanmış ve haksız bulunmuştur.
1516’da Şam’da Ümeyye Camiinde Yavuz Sultan Selim Cuma namazı sırasında imamın kendisi için Hakim-ül Harameyn demiş, yavuz: “Hadimül Harameyn (Mekke, Medine hizmetçisi) şeklinde değiştirmesini istemiştir.

Yavuz, Mısır seferinden dönerken İbni Kemal’in atının ayanlarından çamur sıçramış, Yavuz’un elbisesini kirletmiştir. İbni Kemal telaşlanmıştır. Yavuz: “Telaşlanmayınız hocam, sizin atınızın ayağımdan sıçrayan çamur üzerimizi kirletmez. Vasiyet ediyorum bu kaftan sandukamun üzerine örtülsün.” demiştir.
İstanbul’a yaklaşırken halkın coşkunluk ve sabırsızlıkla kendisini beklediğini öğrenir. Halkın samimi alkışlarından gurura kapılabileceğini düşünerek akşam karanlığını bekler. Anadolu sahilinden karşıya sessizce geçer. Kimseye görünmeden gizlice Topkapı sarayına girer. Mısır fatihinin dönüşü ertesi gün halka duyurulur.

Bir yere gidecekleri zaman aylar önceden hazırlık yaptıran, develer, danalar, koçlar kurban ettiren, ilkokul çocuklarını, memurları sokaklara dökenlerin kulakları çınlasın bir yumurta için mahalleyi ayağa kaldıran tavuk gibi, yapılan ufak bir iş için herkesi tedirgin edenler büyüklük dersi alsın.
Kanuni Sultan Süleyman, yanında vezirler ve elçiler olduğu halde donanmayı seyretmek için Sarayburnu’na inmiştir. Donanmay-ı Hümayün önünde seren direkleri kırılmış 19 muazzam düşman gemisi gidiyordu.

Bu gemilerin güvertelerinde başları açık binlerce düşman esiri doldurulmuştu. İçlerinde Avrupa’nın en tanınmış prens, asilzade, general ve amiralleri bulunuyordu. Büyük düşman bayrakları, kadırgaların arkasından denize serilmiştir. Donanmay-ı Hümayün bütün topları kuru sıkı ateşleyerek “Cihan Hakanı” Kanuni Sultan Süleyman’ı selamladı. Manzara hayaline bile cesaret edemeyecek bir haşmet arz ediyordu. Kanuni bu manzara karşısında yanındaki vezirlere ve elçilere şöyle dedi:

-“İşte insan bütün bunları görüp de gurura kapılmamalı; her şeyin Cenab-ı Hakkı’n inayetiyle (yardımıyla) olduğunu hatırlayıp Allah’a şükretmelidir.” (5)
Şöyle bir düşünürsek, insanın gururuna sebep olan güzellik, mal, şan, şöhret, makam, mevki her şey geçicidir. Belirli bir zaman için emanettir.
İnsan büyük iş yapmalı fakat büyük görünmemelidir. Büyüklük Allah’a mahsustur.
Allah kibirlenenleri, gururlananları zelil eder.

Bugüne kadar gururundan, kibirinden yanına yaklaşılmayan kimseler ibret için toprak altında yatıyor. Çoklarının üzerleri yol olmuş, insanlar geziniyor.
Sonuç olarak; makam, mevki her şey demek değildir. Makam ve mevkiye ihtiraslı olanlara, ısrarla görev isteyenlere peygamberimiz görev vermemiştir. Tirmizi’nin naklettiği bir hadiste de şöyle buyurmuştur:

“Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç kurdun yaptığı zarar, servet ve mevki düşkünü bir adamın dinine yaptığı zarardan daha büyük değildir.”

İnsan düşünecek olursa aslında evveli bir damla su sonu da toprak olup gitmektir. İnsan hangi mevkiye, hangi göreve gelirse gelsin aslını, evvelini, sonunu ve sorumluluklarını unutmamalıdır.
Bakın bu konuda güzel bir örnek vardır.

Size nakledeyim:
Gazneli mahmud, kıyafet değiştirip ava çıkar. Yoluna çıkan bir çadıra uğrar. Yorgun atı ve kendi terlidir. Çadırdaki çocuktan bu ister. Çocuk:
-“Su yok, babam su almaya gitti” der.
Gazneli mahmud, oturur, beklerken çocuk su katar getirir. Bunun üzerine Gazneli

Mahmud sorar:
-“Sen biraz önce su yok, babam su almaya gitti, demedin mi? Neden?
Çocuk şöyle cevap verir:
-“Efendim size su verseydim, terliydiniz, hasta olurdunuz.
Bu davranış padişahın hoşuna gider. Kendini tanıtır, ona babasından saraya götürebilmek için izin ister.
Aradan zaman geçer, çocuk büyümüş, eğitimini almıştır. Onu vezir yapar.
Vezir kaldığı odanın kapısını hiç açık bırakmaz. Bir yere gidecek olsa kilitler. Bunu fırsat bilenler vezirin odasından bir şeyler sakladığını ifade ile padişaha şikâyet ederler.
Padişah onu bir yere gönderir, kapıyı açtırıp odanın her tarafını iyice aratır. İçerde bir kepenek ve bir kavaldan başka bir şey bulamaz.
Vezire bunların ne demek olduğunu, kapıyı niçin her zaman kilitlediğini sorar, vezir şu cevabı verir:

-“Aslımı unutmamam için… Unutursam hizmet edemem.”

Yunan filozofu eflatun’un güzel bir sözü vardır:
“Dünyada her hastalığın devası bir gün bulunacaktır. Sadece şehvet, servet ve devlet hastalıklarına tutulanları iyileştirmek mümkün değildir.”

NE'ME LAZIM BE SULTANIM
erepublik.com/en/article/2408075/1/20