Terörle Mücadeleyi Kısıtlayan Yasalar

Day 2,078, 09:04 Published in Serbia South Africa by Kursad TURK

Kenan ERTÜRK
Terörle “Yasalara Uygun” Mücadele
Doğu ve Güneydoğu’da Bölücü Terör Örgütü’ne karşı yürütülen mücadele, esas itibarıyla bir iç güvenlik harekâtı olup, ilgili yasal düzenlemeler çerçevesinde, İçişleri Bakanlığı’nın sorumluluğu ve koordinatörlüğünde yürütülmektedir. Bununla birlikte, söz konusu bu iç tehdide karşı kolluk kuvvetlerine yardımcı olmak, TSK için sürekli bir görev haline gelmiştir. Öte taraftan, terörizmin ülkemize yönelik olarak komşu ülke topraklarında konuşlanması ve bu bölgeleri eğitim, saldırı veya toplanma üssü olarak kullanmaya başlaması ile kaçınılmaz hale gelen sınır ötesi harekâtlarda ise, terörle mücadelenin asıl sorumluluğu, TSK’dadır.
PKK terör örgütüne karşı yürütülen iç ve dış mücadelenin hukuksal çerçevesi, harekâtın yürütüldüğü bölgenin yerine (ülke içi-ülke dışı) ve yönetim biçimine (olağanüstü hal-olağan yönetim) göre değişmektedir.
PKK terör örgütünün Siirt’in Eruh ve Hakkari’nin Şemdinli ilçelerinde 1984 yılında düzenlediği saldırıların ardından, huzur ve güvenin sağlanması amacıyla, 19 Temmuz 1987 günü, 285 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile bölgede “Olağanüstü Hal Uygulamasına’’ (OHAL) geçilmiş ve 15 yıl süre ile uygulanmıştır. Müteakiben kademeli olarak uygulamaya 30 Kasım 2002’de son verilmiştir. OHAL’in yürürlükte olduğu dönemde terörle mücadele,
1. 2935 Sayılı OHAL Kanunu.
2. 285 Sayılı OHALBölge Valiliği İhdası Hakkında KHK.
3. 430 Sayılı OHALBölge Valiliği ve OHAL’in Devamı Süresince Alınacak İlave Tedbirler Hakkında KHK.
4. 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu çerçevesinde yürütülmüştür.
OHAL’in uygulanmadığı illerde ve OHAL’e son verilmesinden sonra terörle mücadele,
“5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu” ve “3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu” çerçevesinde yürütülmüştür. Ayrıca,
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve AİHM kararları,
2. İl idaresi kanunu,
3. Türk Ceza Kanunu,
4. Ceza Muhakemeleri Kanunu,
5. İç Hizmet Kanunu ve ilgili diğer kanun, yönerge, yönetmelik ve talimatlar çerçevesinde terörle mücadele edilmektedir.
TSK’ya ait birlikler, her iki durumda da yetkili valinin kuvvet talebi olmaksızın herhangi bir terörle mücadele faaliyetinde doğrudan görev almamaktadırlar. Söz konusu yasal düzenlemelerde, vali tarafından kuvvet istenmesi durumunda ne şekilde hareket edileceği, yetki, görev ve sorumluluklar ayrıntılı şekilde belirlenmiştir.
Askeri kuvvet istenmesi halindeki yetki görev ve sorumlulukları düzenleyen 2835 Sayılı OHAL Kanunu’nun 21. maddesi1 ile 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/d2
maddesi, önemli iki düzenlemedir. Son düzenleme, birden fazla ili içine alan olaylarda kuvvet istenmesi halinde, işbirliği, koordinasyon, kuvvet kaydırması, emir komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususların Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslara göre yürütüleceği hüküm altına alınmıştır. Söz konusu esaslar, hazırlanan bir protokolle yürürlüğe konulmuştur. OHAL Kanunu ve İl İdaresi Kanunun ilgili maddelerinde, olayların sınır illerinde veya bu illere mücavir bölgelerde cereyan etmesi ve eylemcilerin
eylemlerini müteakip komşu ülke topraklarına sığındıklarının tespit edilmesi durumunda valinin talebi üzerine ilgili komutanın eylemcileri tesirsiz hale getirmek maksadıyla her defasında Genelkurmay Başkanlığı kanalı ile Hükümetin müsaadesi çerçevesinde, mahdut hedefli sınır ötesi harekât planlayıp icra edilebileceği hükme bağlanmıştır.

AB Kriterlerinde Terörle Mücadele
AİHS, 4 Kasım 1950’de Roma’da imzalanmış ve 3 Mayıs 1953’de yürürlüğe girmiştir. Sözleşme bir yandan uluslararası hukuk çerçevesinde yasal yükümlülükler doğururken, öte yandan da imzacı devletlerin iç hukukunun bir parçası haline gelmiştir. Dolayısıyla ulusal mahkemelerin ve ilgili kamu makamlarının AİHS hükümlerini iç hukukta uygulama zorunluluğu mevcuttur. İç hukukta yürütülen davalarda taraflar AİHS hükümlerini ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını doğrudan ileri sürebilirler.Türkiye terörle mücadelenin başladığı Temmuz1984’den üç yıl sonra 28 Ocak 1987’de AİHM’e bireysel başvuru hakkını kabul etmiştir. AB uyum yasaları ile beraber Anayasa’da ve TCK, TMK ve diğer ilgili kanunlarda değişiklikler yapılmıştır. AB uyum yasaları kapsamında iç hukukta yapılan düzenlemeler her seviyedeki komutana ağır sorumluklar getirmiştir.
Literatürde “yargısız infaz (summary execution)”, tümüyle hukuk dışı ve insan halklarına aykırı olarak insan yaşamının yargı kararı olmadan güvenlik güçlerince denetimsiz, hatta keyfi biçimde son verilmesine verilen isimdir. Güvenlik güçlerinin özellikle hücre evlerine yönelik düzenledikleri operasyonlarda meydana gelen ölümler, bu çerçevede AHİM’e taşınmıştır. Türkiye, AİHM’de 2010’da en fazla mahkum olan ülkeler arasında ilk sırada yer almıştır.Bunların bir kısmı terörle mücadele ile ilgilidir. Açıkçası, çifte standartlı tutumu bilinen AİHM, bir anlamda terörün finansörü haline de gelmiştir. Türkiye aleyhine açılan çoğu davada davacı haklı görülse de tazminata hükmetmeyip “uzlaşı” öneren mahkemenin, terör örgütü yandaşları lehine hükmettiği tazminat miktarı milyonlarca Euro’yu bulmaktadır. Çoğu davada devlet güçlerinin AİHS’ne uygun hareket etmesine rağmen özellikle tutanak tutulmasındaki eksiklikler nedeniyle tazminatın doğduğu görülmektedir. Bu eksiklik özellikle 27.07.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunu’nun AİHM’ce etkili bir iç hukuk yolu olarak kabul edilmesiyle giderilmiştir. Ne var ki terörle mücadele mantığına uygun olmayan yasal kısıtlamalar, güvenlik güçlerinin mücadelesini de etkisizleştirmektedir.
Kuvvet Kullanmak, “Mutlak”, “Zorunlu”, “Gerekli” ve “Orantılı” Olmalı
AİHS 2. maddesinin ilk fıkrası “yaşama hakkı”nı, ikinci fıkrası ise istisnaları yani devletin yararlanabileceği hukuka uygunluk nedenlerini düzenlenmiştir.5 İstisnalar, bir kişiyi kasten öldürmeye izin veren koşulları tanımlamamakta, “başvurulan kuvvetin” istenmeyen bir sonuç olarak ölüme neden olması durumlarını ele almaktadır ve fiili kuvvete başvuru için de “kesin zorunluluk” kriterini getirmektedir. Kesin zorunluluk halinde dahi alınan önlem ile ulaşılmak istenen
sonuç arasında ‘tam bir orantı’ bulunması gerekmektedir. Orantıda, güdülen amacın niteliği, somut durumun insan hayatı ve beden bütünlüğü için oluşturduğu tehlike ve kuvvet kullanımından doğan ölüm riskinin derecesi göz önünde tutulacaktır. Diğer bir deyimle başvurulan önlem, somut durumun gerektirdiği yoğunluğu aşmamalıdır.
AİHS 2. maddesi, güvenlik güçlerinin kuvvet kullanma yetkisini sınırlandırmıştır. Ancak durumu anlayabilmek maksadıyla, olayı canlandırmak yararlı olacaktır. Gecenin karanlığında aniden terörist bir grupla karşılaşan güvenlik güçleri, çatışmaya girmeden önce teröristlerin sayısını, elindeki silahları ve niyetlerini bilmek, isabetli bir tahminde bulunmak zorundadır. Komutan böyle bir durumda kuvvet mukayesesi yaparak eğer varsa fazla kuvvetlerini bir kenara ayırarak
yasalara göre denk düşen kuvveti ile çatışmaya girmelidir. Ayrıca komutan “teslim ol” çağrısını müteakip, “tehlikeyi etkisiz kılabilecek ölçü ve orantıda doğrudan ve duraksamadan hedefe karşı silah kullanmaya yetkilidir” ifadesi ile olumsuz görüş, hava, arazi ve olumsuz psikolojik şartlar altında “ölçü ve orantıyı” dengeleyebilmek maksadı ile teröristlerin kullandığı silahın çapını (balistik inceleme yapmak gerekir), attığı havan mermisinin çapını (mermi çukur analizi yapması gerekir) bilmek yada tutarlı tahminde bulunmak zorunda kalmıştır.
Bilindiği üzere, kuvvet kullanma kavramı hem silah kullanmayı hem zor kullanmayı içermektedir. Gereklilik ve orantılılık kuvvet kullanmanın hukuktaki sınırlarını belirleyen temel ilkelerdir. Güvenlik kuvvetlerine silah ve zor kullanma yetkisi veren özel yasalar ve çeşitli varsayımlara göre düzenlenmiş ayrıntılı hükümlerde bu ilkeler mevcuttur. Çatışmaların türü ne olursa olsun, ister uluslararası bir silahlı çatışma, ister iç silahlı çatışma ister bir iç güvenlik operasyonu olsun, hatta silahlı bir nöbetçinin görevini icra koşullarında, silah kullanma yetkisinin sınırlarının aşılıp aşılmadığına ilişkin bir sorunda, yargı
organları, gereklilik ve orantılık ölçütlerini kullanarak yasaları ve olayı yorumlamaktadır. Bu durum güvenlik mensuplarının ani refleks ile karşı koymalarını dahi yoruma açık hale getirmiştir. AİHM’deki bazı yargılamalarda bu konuyla ilgilidir.
İlerde özellikle AİHM’de Türkiye aleyhine yapılabilecek kötü niyetli girişimleri önleyebilmek, güvenlik kuvvetlerini de yöneltilebilecek bireysel suçlamalara karşı korumak maksadıyla, Silahlı çatışmalarda ölen teröristlere ait cesetler üzerindeki kimlik tespiti, ölü muayenesi, otopsi ve defin ruhsatı verilmesi gibi adli ve idari işlemler yasal düzenlemelere (CMK md. 86,87)10 uygun olarak yapılması ve tamamlanması gerekmektedir. Bu nedenle teröristlere ait cesetlerin harekat ve arazi koşullarının bütün olumsuzluklarına karşın toplanması ve ayrıca teröristlerin ölümüne yol açan silahlı çatışmanın cereyan ettiği operasyona dair tutulan tutanak ve krokilerin ayrıntılı olarak hazırlanması gerekmektedir. Ölüm ve yaralanmaya yol açan silahlı çatışmanın bitmesini müteakip derhal, yetkili Cumhuriyet Savcısı bilgilendirilmeli ve soruşturma yapması için çağrılmalıdır. Zor arazi, iklim şartları ve ulaşım imkânları da göz önüne alındığında Cumhuriyet Savcısının operasyon bölgesine derhal gelmesi mümkün olmayabilir. Bu durumda, Cumhuriyet Savcısı gelinceye kadar cesetlerin kimlikleri teşhis edilebilecek şekilde çeşitli fotoğrafların çekilmesi ve tutanaklara eklenmesi gerekmektedir. Haftalarca operasyonda olan güvenlik güçlerinin şehitlerine yapması gereken yasal prosedürler, yaralılara uygulanması gereken ilk yardım ve tahliyeleri ile diğer ikmal, iaşe, güvenlik gibi yapması zorunlu hususlarda dikkate alındığında güvenlik güçleri enerji ve zamanının büyük bir bölümünü bu konulara ayırmak durumunda kalmıştır.
Konut Aramada “İzin” Şartı
Konutlarda yapılacak aramalar, CMK’nın 116-119 maddeleri11 esaslarına göre yapılmaktadır. Aramalar gece vakti ve bir konuta yapılacak ise Hakim veya C. Savcısı, acil hallerde kolluk amirinin imzası olmadan yapılamamaktadır. Bazen düzenlenen operasyonlar takip harekatına dönüşebilmekte, kaçan teröristler mezra ve köylerdeki evlere sığınabilmektedirler. Bu durumda şüphelilerin içinde olabileceği eve girme ve arama yetkisi olmayan güvenlik güçleri, hakim kararı,
veya arama emri alınması (CMK md.119) ve arama yetkisi olan kolluk kuvvetlerinin bölgeye gelmesinin beklemesi gerekmektedir. Son dönemde terör örgütünün kırsaldan çok şehirlerde rahat hareket ettiği görülmektedir. PKK terör örgütünü de içine alan “Kürdistan Topluluklar Birliği’nin” (KCK) özellikle şehir teşkilatlanmalarını ve faaliyet planlamalarını örgüt evlerinde gerçekleştirdiği KCK davası iddianamelerden anlaşılmaktadır. Ne var ki yine arama yetkisi problemi ile karşılaşılmaktadır. Güvenlik güçleri “Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar” (TCK. m.130-140)12 kapsamına gireceği endişesi, terörist grupların ise ilgili kanun maddelerini çok iyi bilmeleri ve gözcüler (erkete) kullanarak önceden haber almaları nedeniyle ya konutlara müdahale edilememekte ya da
istenen sonuç alınamamaktadır. AİHM’deki davalar göz önüne alınarak güvenlik güçleri kötü ve art niyetli kişi yada grupların istismarını ve haksız propagandalarını boşa çıkarmak maksadıyla, köy ve köy civarlarında gerçekleştirilen ve zarara yol açmamış operasyonlarda bile evlere, eşyalara veya diğer mallara zarar verilmediğine dair muhtar, ihtiyar heyeti ve vatandaşların imzalarını içeren tutanak ve ifadeler alınmakta, durum fotoğraf ve filmlere kaydedilmektedir.
Gözaltına Alma Prosedürü
Operasyonlarda teslim olan ve/veya sağ olarak ele geçirilen teröristlere yapılacak yasal uygulama da ayrı bir sorundur. Gözaltına alınan teröristin,” Yakalama, Gözaltına Alma Ve İfade Alma Yönetmeliği”13 esaslarına giriş ve çıkış kayıtları düzenli ve tam olarak tutulması, gözaltına alınan teröristlerin sağlık durumlarının giriş ve çıkışta belgelendirilmesi, mümkünse bu durumun
fotoğraf ve video filmleri ile saptanması gerekmektedir. Gözaltındaki kişiye ilişkin soruşturma ve araştırma işlemlerinin ivedilikle sonuçlandırılarak, bu işlemlerin yasada düzenlenen gözaltı süreleri içinde mutlaka bitirilmesi gereklidir. CMK’nın “Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim
veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmi dört saati geçemez.” ve “Cumhuriyet Savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir”14 maddesi gereği yeterli olmayan gözaltı süresinde gerekli istihbarat bilgilerine ulaşılamamakta, operasyon genişletilememekte ve beklenen sonuç alınamamaktadır. Ayrıca CMK’nın 149. maddesi uyarınca, şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilmektedir. CMK’nın 148.maddesinin 4. fıkrası uyarınca, müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınmamakta ve yeterli delillerle desteklenemediğinde sanık serbest kalabilmektedir. Dolayısıyla gerek gözaltı süresinin kısalığı gerekse de sorgu aşamasındaki yasal zorunluluklar, terörle mücadele anlamında yakalama sonrasındaki aşamayı da güçleştirmektedir.
Bazı durumlarda terör örgütünün, gözaltına alınan bazı örgüt üyelerini deşifre oldukları düşüncesi ile bu şahısları dağ kadrosuna aldıkları ve bilinçli olarak gözaltında iken kaybolduğu izlenimi verecek faaliyet ve iddialarda bulundukları görülmüştür. Ayrıca bölücü örgüt tarafından iç çekişmeler nedeniyle “davaya ihanet ettiği”, “gözaltında güvenlik kuvvetlerine bilgi sızdırdığı” gerekçeleriyle öldürülüp yok edilenler de “gözaltında kayıp” iddiasıyla lanse edilebilmektedir. PKK’nın Avrupa teşkilatının bu ve buna benzer konularda sahte bilgi ve belgeleri, Batı kamuoyuna yaydıkları bilinmektedir. Bu nedenle özellikle gözaltındaki çıkış kayıtları ile kişilerin akıbetinin belgelendirilmesi özel bir önem kazanmaktadır. Ancak bir tarafın yasalara uygun hareket eden devlet, diğer tarafın her türlü yasa dışı faaliyeti de yapan ve kuralsız davranan bir terör örgütü olması, alınan önlemleri çoğu zaman boşa çıkarmaktadır.
Gübreden Bomba
OHAL uygulamasının olduğu dönemde (1987-2002) terörist geçişlerini engellemek, yardım ve yataklık yapanları yakalamak, terör örgütüne lojistik (gı-
da, pil, telefon, jeneratör, giysi vb.) ile mühimmat yapımında kullanılan malzeme akışını engellemek maksadıyla yol kontrol noktaları oluşturulmuştu. Bu uygulamaya yeni yasal düzenlemelerin hayata geçmesiyle son verilmiştir. Halen bu
uygulamalar İl Özel İdaresi Kanunun Ek Madde-115 esaslarına göre Vali’nin iznine tabidir ve çok zorunlu haller (kesin, doğru istihbarat bilgisi olması) dışında uygulanmaktan kaçınılmaktadır. Ayrıca AKP’nin “demokratik açılımının” anlatıldığı web sitesinde de kısa vadede yapılması planlananlar arasında “yol aramalarının asgariye indirilmesi, trafikte şüpheli olmayanlarla ilgili çevirmelerin yapılmaması, yayla yasaklarının kaldırılması”16 gibi hususlarda yer almaktadır. Yapılan operasyonlarda tonlarca malzeme ele geçirildiği görülmektedir. Bu malzemeler teröristlerin hayatlarını idame ettirmeleri için gereklidir. Kuvvetle muhtemel kaldırılan kontrol noktaları güzergahlarından kırsala taşınmıştır.
Güvenlik güçleri, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaptığı arazi arama - tarama operasyonları sırasında 2007’de 1192,5 kilogram gübre bomba ele geçirilirken, 2008’in sadece ilk iki ayında 692,5 bin kilogram amonyum nitrat ele geçirmiştir.17 Azot gübresi olarak bilinen amonyum nitrat tarımda ve aynı zamanda bomba yapımında kullanılmaktadır. Genelkurmay Başkanlığı bu nedenle gübrelerde kullanılan azot oranının %34’ten, Avrupa Birliği standardı olan %26-28’e indirilmesini istemiştir. Tarım Bakanlığı’nın ise “gübredeki azot oranının düşürülmesine Türkiye’de toprağın %32-34 oranında azotlu gübre istediği ve oranın %26-28 seviyesine çekilmesinin çiftçilerin maliyetini ve toprağın tuzluluk oranını arttıracağı” gerekçesi ile karşı çıkmıştır. Ayrıca güvenlik güçlerinin intikal güzergahlarına yerleştirilen el yapımı bombalarda “piknik tüpünün” sıklıkla kullanıldığı, “cep telefonları” ile irtibatlandırıldığı görülmektedir. Bütün bu malzemelerin terör örgütüne yardım/yataklık edenler tarafından kırsal alana taşındığı aşikârdır. AB uyum yasaları kapsamında vazgeçilen uygulamalardan terör örgütünün ve ona yardım edenlerin kazançlı çıktığı ortadır.
Yalanlar Üzerinden Yargısız İnfaz
Terör örgütü ve onun destekçileri amaçlarına ulaşma yolunda zihinleri karıştırarak taraftar ve destek sağlamak maksadıyla demokrasi, hukuk devleti ve özellikle insan hakları gibi günümüzün yükselen evrensel değerlerini ülkemiz aleyhine istismar etmektedirler. Köy kahvehanelerinde ellerinde matbu hazırlanmış formlarla bekleyen “insan hakları” temsilcilerinin, bir köylünün çoğu zaman abartarak anlattığı çatışmayı kaydederek ve ilaveler yaparak Avrupa’daki avukatlara göndermesiyle başlayan süreç, Türkiye’de olan biteni anlamayan, anlamak istemeyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) Türkiye aleyhine sonuçlanan davalara dönüşmüştür. Avrupa ülkelerinin terörle mücadeleye taraflı yaklaşımı kadar son dönemde ülkemiz medyasının güvenlik güçlerine yaptığı yargısız infazlar da üzücüdür.
Hakkari’de minibüsün mayına basması sonucu 16 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, olayın dakikalar sonrasında oluşuveren kalabalıktan bir kişi asker çantasını elinde sallayarak kameralara göstermiş, halk olay yerinde düzeni sağlamaya çalışan askerlerle tartışmış, olayın akşamında bazı medya organlarında derin devlet, asker provokasyonu gibi iddialar gündeme getirilmiştir. Benzer durum ve iddialar TOKAT kırsalındaki pusu ve BEYAZIT meydanındaki intihar eyleminden sonra da yaşanmıştır. İş o kadar çığırından çıkmıştır ki, medyanın iddialarına bazı milletvekilleri dahi katılmışlardır. Bütün bu olayları PKK terör örgütünün gerçekleştirdiği daha sonra ortaya çıkmıştır. AİHM’de benzer nitelikte olaylar da dava konusu yapılmıştır.
Sonuç
Yapılan yasal düzenlemeler, güvenlik güçlerini arazi arama/taraması ve geniş çaplı operasyonlar yerine kesin istihbarata dayalı “nokta operasyonları” yapmak zorunda bırakmıştır. Tutukluluk süresini sınırlandıran kanun maddesinin yürürlüğe girmesiyle Hizbullah ve PKK terör örgütü mensuplarının tahliye edilmesi kamu vicdanını rahatsız etmiştir. Bütün yasal sorumluluklarını yerine getirerek terör ile mücadele eden, şehit ve gaziler veren güvenlik güçleri çok zor şartlar altında ele geçirdikleri terör örgütü mensuplarının serbest kalmalarını üzülerek izlemişlerdir. ABD’nin 11 Eylül saldırılarının hemen ardından, İngiltere’nin ise metro saldırılarından hemen sonra AB yasalarına rağmen uygulamaya soktuğu terörle mücadele yasaları oldukça serttir. Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanarak 3 Mayıs 2002 tarihinde imzaya açılan ve 1 Temmuz 2003 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa İnsan Haklarını ve Temel Özgürlüklerini Koruma Sözleşmesi’ne ek “Ölüm Cezalarının Her Koşulda Kaldırılmasına Dair 13 No’lu Protokol’ün (ETS 187)” 9 Ocak 2004 tarihinde Strazburg’ta imzalanması ve sonrasındaki yasal düzenlemeler Türkiye’nin 30 yıla yakın sürdürdüğü terörle mücadelede güvenlik güçlerinin imkan ve kabiliyetini kısıtlamıştır.
Terör, onunla mücadele edenlere devletin, kamuoyunun, medyanın tam ve sürekli desteği ile sona erdirilebilir. AB uyum sürecinde yapılan yasal düzenlemelerin “İnsan Hakları” kapsamında her uygar, demokratik ülkede olması gereklidir. Ancak AB ülkeleri de terör tehdidini hissettikleri noktada önceliği toplumun güvenliğine vermektedir. Devlet “huzur ve güvenliği” sağlamak için terörle mücadeleyi destekleyecek yasal düzenlemeleri de yapabilmelidir.
TSK’nın görevinin yurt savunması olduğunu ifade eden Anayasanın 117. maddesi, millî güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı Bakanlar Kurulu sorumlu tutmaktadır. Askerî hizmet ve görevler de Bakanlar Kurulu tarafından saptanan Devletin millî güvenlik siyaseti çerçevesinde yönlendirilmekte ve yerine getirilmektedir. Dolayısıyla Türkiye’de toplumun huzur ve güvenliğinin sağlanması yolunda terörle ekin mücadeleyi destekleyecek yasal düzenlemelerin önünü açacak kurum da Bakanlar Kurulu’dur. Bugün terörle mücadeleye ilişkin mevzuat, güvenlik güçlerini “tek kolu bağlı” savaşmaya mecbur bırakmakta, imkan ve kabiliyetini kısıtlamaktadır.