Geçen Ormanlı Ocaklarına Gittim

Day 2,855, 10:40 Published in Turkey Turkey by BraweHeart

Kapıda beni kapıkulları selamladı. Acaba başkanın odası nerede demeye kalmadan bir de ne göreyim! Oda yok. Bildiğin oda falan yok. Bütün bina tek bölüm. Dikdörtgen şeklinde uzunca. Başkan herhalde en sondadır diye başladım yürümeye. Her 5-10 metrede bir yürüdüğüm yerin konsepti değişiyordu.

İlk olarak çocukların sıra sıra dizildiğini gördüm, hepsine koro eşliğinde tekbir getirmeyi öğretiyorlardı. Tek nefeste getirilen tekbir sesleri bütün binayı inletiyordu. Sanırım diğer herkes buna alıştığı için kimse rahatsız gibi görünmüyordu.

İkinci olarak vakanüvistleri gördüm. Ama tabelada vakkoan'ül-vites yazıyodu. Galiba yanlış yazmışlardı. Bunlar çekilmişler bir köşeye, gelen haberleri defterlere geçiriyorlardı.

Üçüncü olarak şairleri gördüm, bunlar geçmiş bilgisayar karşısına facebook sayfalarında Kongo hükümetini övüyorlardı. Hem de organize olup birbirlerini beğeniyorlardı. Dedim bunlar nasıl şair, neyse yürümeye devam ettim.

Dördüncü olarak vezirleri gördüm. Aha dedim yaklaştım başkana. Vezirlerin hali bi garipti, koca koca adamlar oturmuş son 13 yılda hükümet dışında hiç yetkisi olmayan partilerin, paralel yapının ve lobilerin ülkeye verdiği zararı anlatıp birbirlerini onaylıyordu. Bir de kara tahta koymuşlar duvara, günün tartışma konusu diye not düşmüşler. Konu dış mihraplar...

Beşinci olarak bir folklör ekibine denk geldim. Genç genç oğlanlar, hepsi birbirinin belinden tutmuş, çember yapmış dönüyorlar. Hepsinin üstünde bilmediğim yöresel bir kıyafet. Ortalarına da bir tane yuvarlak taş koymuşlar, kendilerine de tahta bir çubuk bağlamışlar, buğday öğütüp un üretiyorlar. Yav kardeşler yapmayın etmeyin, oturun soluklanın dedim. Biri ayran ikram edip televizyonu açtı. 3-5 dakika izledim sıkıldım, hep aynı şeyleri söyleyen kanallar da kanallar. Neden başka kanal yok dedim, başkan diğer kanalları sildi, dediler.

Şu başkanı görmeliydim artık. Kalktım devam ettim sona doğru gitmeye. Nedense bu folklör ekibinden bi 25-30 metre sonrası başkana kadar boşluk. En sonda bir masa, koltukta oturan kişi yüzünü duvara dönmüş. Başkan sen misin, dedim. Koltuğun dönme özelliği yokmuş, 3 hamlede sıçraya sıçraya bana dönmeyi başardı. Ama bi dakka dedim, bu yaşlı vezirler başkan olmuyor da neden bu genç çocuk başkandı ? Bi de farkettim ki fermuarı açık kalmış, gözlerimle işaret ettim. Hemen eli ayağına dolaştı, yanakları al al oldu çocuğun. Yüzü kıpkırmızı kesildi. Bir hastalığı vardı galiba. İnsanlardan sakladığı bir hastalığı vardı ki duvara dönüp fermuarını açık unutmuştu.

Tekrar sordum, "Başkan sen misin?", diye.
- Evet benim, dedi. Ulan masanın yanında da başka oturacak sandalye yok, öyle karşısında dikiliyorum.
Dedim, ne buranın hali ? Bir anda yüzü ekşidi, sonra gülmeye başladı, konuşma boyunca sürekli aynı şekilde sırıtmayı başardı.
-Şeyyy, kusura bakmayın, sizi de ayakta bekletiyorum.
Sanırım beni önemli biri sandı, e tabi ayaklarıma küçük gelen sandaletlerimle beni görünce nasıl sanmasındı ? Ben de sinirlenmeye başladım:
-Olmaz böyle şey, dedim, bu sistem değişecek!
-Değişecek efendim, diye hemen onayladı, süt dökmüş kediye döndü.
-Bundan sonra şipirikler ibirik yapılmayacak, dedim. Gözlerimden ateş çıkıyordu.
-Yapılmayacak efendim, dedi.
-Terör önlenecek!
-O kim, dedi.
-Ne kim, dedim.
-Nitekim, dedi.
-Bu ekim, dedim. (Beyler dayanamıyorum, yazarken yarılıyorum şu an xdxdxdxdxd)
-Olur efendim, dedi.
-Sen benim kim olduğumu biliyor musun, diye sordum. Nefesi kesildi...
-Sen mehdisin, bizi kurtarmaya geldin, dedi.
-Evet ben mehdiyim, dedim. Noluyordu lan, noluyordu? Saçım sakalım birbirine karışıktı, berbere verecek kadar bile param kalmamıştı. Ben ne ara mehdi oldum lan! Aklımı toplamaya çalıştığım sırada başkan "Mehdiii, mehdiii" diye bağırmaya başladı. Folklör ekibi beni omuzlarına çıkardı. Koşarak binanın çıkışına yardırmaya başladık. Vezirler dedi:
-Bu ne hal ?
Başkan dedi: Hasbihal !!!
Değirmen çubuklarını dış mihrap diye alarak onlar da bize katıldı.
Biz dörtnala giderken şairleri ezdik. Koskoca binada bir tane masa yoktu. Adamlar uzanmış yüz üstü, öyle bilgisayar kullanıyorlardı.
Yaralı şairleri vezirlerin omzundaki dış mihraplara bindirip tekrar kapıya yardırmaya devam ettik.

Vakanüvistlerin üstüne çığ gibi giderken;
-Büüüğğrşşş, dedim. Hepsi durdu. Dedim, ver la şu defteri. İnanır mısınız, adam sayfanın en tepesine "sevgili vakoan'ül-vites defteri,bana kalbin kadar temiz bu sayfayı ayırdığın için müteşekkir oldum" yazmış. Nasıl duygusala bağladıysam artık, ağlamaya başladım, diğer herkes de benimle birlikte ağlamaya başladı. Onları da alıp tekrar koşmaya başladık.

Korocu çocuklar 300 spartalı pozisyonu almışlardı, ulan öyyyyyle bi gaza geldim ki, saldırın emri verdim. Hazır omuzların üstündeyim, kendimi gerçekten mehdi gibi hissetmeye başladım. Mehdi gibi hissetmek neyse artık. Onları yarıp geçtik. Yok böyle bir çarpışma. Onları da bize kattığıma göre:
-Artık her alkışladığımda tekbir getireceksiniz, dedim. Başlarını sallayarak kabul ettiler.

Tam kapıya geldik, kapıkulları bizi mızraklarıyla durdurdu. Göz yaşlarıyla sorduk, neden diye ?
-Damsız almıyoruz, dediler.
-Ben mehdiyim,tez yol verin, dedim.
-Olmaz, emir böyle,dediler.
-Un versek olur mu, dedim. Pis pis gülmeye başladılar, hemen yoldan çekilip bize katıldılar.

Şimdi ne olacaktı ? Nereye gidecektik ? Hemen aklıma cüppeli bi hoca geldi,onun evine doğru yola koyulduk. Evi de yakınmış, sokağın karşısındaymış. Zile bastık, o nurlu yüzüyle bizleri selamladı. Dedim ki:
- Ya hocam, bizlere deryandan bir damla bahşet!
-Kertenkele öldürmek 100 sevaptır, dedi.
Gözyaşları o sırada sel olmuş akıyor. Hıçkırıklarımızdan sokak inliyordu.
-Peki hocam, ya vurursak da canının birazı giderse nolur, diye sordum.
Müthiş bir sessizlik hakim oldu.
-O zaman da kaç hit point vurmuşsan o kadar sevap, dedi.
Tekrar göz yaşları sel olmuş akıyordu... Onu da yanımıza alıp İsrail Büyükelçiliği'ne doğru yola çıktık. Yolda köpeğini gezdirip, cüppeli hocamızı cüppesinin içinde gören bir zat-ı muhterem hemen cüppeli hocamızın cüppesini öpmeye başladı. Adam yere kapaklanmıştı, ağlıyordu... Adam yere kapaklanmıştı ama onun köpeği dimdik ayaktaydı. Patilerini de yukarı da tutup uslu uslu sahibini bekliyordu. Sonra sahibi kalktı, o nasıl yürüyorsa köpek de öyle yürümeye başladı. Peki ama sahibi yerde eğilmişken köpek neden eğilmemişti ?

Köpek ve sahibi ufka doğru giderken bizim başkandan alkış sesleri gelmeye başladı. Ama bir eli havada olup yumruk işareti yaparken, nasıl tek eliyle alkışlıyordu anlamış değilim. Bu alkış seslerini duyan folklör ekibi tekbir getirmeye başladı. Alkış sesleri arttıkça folklörcüler göz yaşları içinde daha şiddetli olarak tekbir getirmeye devam etti. Benim sesim çıkmıyordu artık. Her şey kontrolümden çıkmıştı. Sonra bir anda bir çığlık duydum, başkan eciş bücüş bir hale gelmişti,eli yüzü yamulmuştu. Cüppeli hocamız da şaşkınlığını gizleyemeyerek ufka doğru koşmaya başladı. Tekbir sesleri de kesildiğine göre, ben gideyim artık, dedim.
-Olmaz mehdi, dediler. Bu gece misafirimizsin. Şimdi gidip İsrail binasını yakarak terörü sıfırlayacağız.
En öne de ağzı yüzü yamulmuş başkanı koydular. Beni de iki katlı insan kulesi yapıp tepesine çıkarttılar.

Bu andan sonra gözlerim kararmıştı,en son tekbir sesleri ve başkanın ağlamaktan sırılsıklam olmuş kıyafetlerini hatırlıyorum. Bi de, bi de ateş, yanan bir bina.

-İşte böyle hakim bey, şimdi söyleyin kim suçlu ?
-Paralel yapı.
-Nöe !?
-Dış mihraplar.
-Nasıl ?
-Cüppelinin,şairlerin,folklör ekibinin,vakoan'ül-viteslerin,kapıkullarının,hala arka sırada alkış tutan başkanın,vezirlerin,çocukların ve sen mehdinin beraatine...



Öyle işte xdxd

Shout 😎

Geçen Ormanlı Ocaklarına Gittim
erepublik.com/tr/article/2551143